14 Aralık 2010 Salı

OKUL BAŞARISINI DESTEKLEYEN ANNE-BABA DAVRANIŞLARI

Gelecekte refah düzeyi yüksek bir yaşam için okulda ve sınavlarda başarılı olmanın oldukça önemli olduğu düşünülmektedir. Gerçekten de okul ve sınav başarısı gelecekteki refah düzeyinin belirleyicisi midir? Eğer öyle olduğu düşünülüyorsa, hangi okul veya öğrenim yaşantıları veya hangi diplomalar insanın gelecekteki refah düzeyini olumlu yönde etkileyebilir?“Refah düzeyi” nedir? Refah düzeyi, para ve kariyerle ilgili bir şey midir? Yoksa asıl arzulanan huzurlu bir yaşam mıdır? Eğer asıl arzulanan huzurlu bir yaşam ise para ve kariyerle bu mümkün müdür? Bütün bunlar cevapları ciddi bir şekilde düşünülerek verilmesi gereken önemli sorulardır. Cevap ne olursa olsun günümüzde, “okulda ve sınavlarda başarılı olmak” önemli bir değer olarak önümüze çıkmaktadır. Bu nedenle anne-babalar, çocuklarının okulda ve sınavlarda başarılı olabilmeleri için bir çok konuda fedakarca davranışlar sergilemektedirler. “Yemeyip yedirmek”, “giymeyip giydirmek”gibi ifadeler, “arabaya binmeyip çocuğunu özel dershanelere göndermek, özel dersler aldırmak, kendileri ile ilgili yatırımları sırf çocukları öğrenim hayatlarında zorluk yaşamasınlar diye geciktirmek” gibi davranışları bu fedakarlıkların kanıtı olarak gösterebiliriz.
Ancak, bir çok anne-baba günümüzde bütün bu fedakarlıklarının karşılığını alamamaktadır. Bunu liselere veya üniversitelere giriş sınavları sonuçlarına baktığımızda rahatlıkla görmek mümkündür. Çok az ilköğretim öğrencisi ülkemizdeki “seçkin” olarak nitelendirilen liselerde öğrenim hakkı kazanırken, aynı durum üniversitelere giriş için de geçerlidir. Neden bu böyledir? Öğrenciler mi başarısız? Anne-babalar mı bilinçsiz? Milli Eğitim Sistemimiz mi hatalı? Öğretmenler mi yetersiz? Öğretmenleri yetiştiren üniversiteler mi yetersiz? Bu sorulara farklı cevaplar bulmak mümkündür.
“Bu başarısızlığın nedeni nedir?” sorusunu öğrencilere ve ailelerine yönelttiğimizde “iyi yetişmemiş yetersiz öğretmenler”, öğretmenlere sorduğumuzda ise “çalışmayan-yaramaz öğrenciler ve ilgisiz aileler”, uzmanlara sorduğumuzda ise en nihayetinde “milli eğitim sistemi ve üniversiteler” eleştirilmekte ve suçlanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’na sorulduğunda ise “önceki hükümetlerin beceriksizce aldıkları kararlar” eleştirilmektedir. Yıllardır bu hep böyledir. Son yıllarda milli eğitim sisteminde olumlu yönde ciddi gelişmeler olduğu düşünülmektedir. Ancak bu gelişmelerin nasıl sonuçlar üreteceğini zaman gösterecektir.
Açıkça ifade etmek gerekirse, kim yaparsa yapsın suçlamalar veya eleştiriler acıyı bir süreliğine uzaklaştıran birer savunma mekanizmasından öteye gitmemekte ve sorunu çözmemektedir. Bu yazı anne-babalar için hazırlanmıştır. Bu nedenle burada sorunun çözümünde anne-baba davranışları ele alınacaktır. Çünkü anne-baba davranışları okul ve sınav başarı düzeyinin önemli bir belirleyicisidir.
Liselere ve üniversitelere yerleştirme sonuçları göz önünde bulundurulduğunda gerçekten de eğitim ve öğretim sürecimizin niteliği en fazla “orta” düzeydedir. Üniversitelerimizin ürettiği bilgiye ve teknolojiye baktığımızda da maalesef durum aynıdır. “Orta” değerlendirmesi iyimser bir nitelemedir. Çeşitli araştırmalar, dünya standartlarına göre “zayıf” düzeyde olduğumuzu göstermektedir. Ancak, söz konusu olan “insan eğitimi” olduğunda “dünya standartlarının” niteliği de önemli bir araştırma konusu haline gelmiştir. Çünkü, refah düzeyini yükseltmek için sadece maddeci bir düşünce sistemiyle para ve güç için bilgi ve teknoloji üreten insanlık, “insani özelliklerini” her geçen gün kaybetmektedir. Bilim vardır. Teknoloji vardır. Güç vardır ama bugün insanoğlu “mutsuz”dur.
Farklılığın Kaynağı Nedir?
Milli Eğitim Sistemi veya öğretmenler ne kadar eleştirilirse eleştirilsin bu sistemin içinden de (sistemin özelliklerine uygun) oldukça başarılı öğrenciler çıkmaktadır. Aynı okulda, aynı öğretmenlerden ders almalarına rağmen birçok öğrenci okulda ve sınavlarda başarısız sonuçlar elde ederken, bazıları gerçekten başarmaktadır.
Aynı okul, aynı dersler, aynı öğretmenler, ama sonuçlar çok farklı…Bu farklılığın nedenleri nedir? Bu nasıl olmaktadır? Bu yazı da bunun bazı önemli nedenleri üzerinde durulacak ve konuyla ilgili olarak özellikle anne-babalara önemli önerilerde bulunulacaktır.
Konu ailedir çünkü, çocuğun zekası ve doğuştan getirdiği diğer insani donanımların ilk kez öğrenme içgüdüsüyle birleşip harekete geçtiği çevre aile ortamıdır. Bilimsel veriler, çocuğun öğrenme yaşantılarının seyri, sahip olduğu genetik yapıdan, doğum öncesi dönemde annenin yaşadıklarından, doğum anında olanlardan ve okula başlayana kadar ve okula başladıktan sonraki aile hareketlerinden (anne-babanın çocuğa sağladığı imkanlardan ve çocukla olan iletişim tarzlarından) ciddi derecede etkilendiğini göstermektedir.
Okulda ve Sınavlarda Başarı Anne-Baba tarafından inşa edilmeye başlar.
Bütün yaşam alanlarında olduğu gibi “okul ve sınav ” alanındaki başarı da küçük yaşlardan itibaren anne – babanın etkisiyle inşa edilmeye başlar. Annenin ve babanın henüz doğmamış yavrularına karşı hissettikleri bile onu daha anne karnındayken etkilemeye başlar. Sevgi ve şefkat, anne karnındaki yaşamından itibaren çocuğu her yönüyle besleyen en doğal kaynaktır. Bu kaynağın varlığı ve devamlılığı çocuğun yaşamı boyunca karşılaşacağı bütün öğrenme etkinliklerindeki başarısı için oldukça önemlidir.
KOŞULSUZ SEVGİ
Bebeklik döneminden itibaren sevgi ihtiyacının karşılanması insanın bütün yaşamını etkileyebilmektedir. Sevgi ve şefkatten yoksun olarak büyüyen hangi canlı olursa olsun, gelişmesi ve hayata uyum sağlaması oldukça zordur. Bu nedenle bebeklik döneminden itibaren okulda, sınavlarda ve yaşamın diğer bütün alanlarında başarının ön koşulu anne-babanın sevgi ve şefkatidir. Sevgi ve şefkatten uzak büyümüş insanların yaşamları boyunca huzuru ve dengeyi yakalama ihtimalleri oldukça düşüktür. Sevgi ve şefkat bebeklik döneminden itibaren sadece ağladığında ya da sorun yaşadığında değil mümkün olduğu sürece onunla ilgilenmek, korumak, ona dokunmak, sarılmak, okşamak, ona ninni söylemek, sevdiğini söylemek, onunla nitelikli zaman geçirmek, onu dinlemek vb. davranışlarla gözlemlenebilir.
Bazı anne-babaların çocuklarına sevgilerini sürekli koşullu olarak sundukları gözlemlenmektedir. “Ders çalışmazsan seni sevmeyiz.”, “Derslerin kötü olursa sevgimizi kaybedersin.” gibi sevgiyi bazen doğrudan koşullu sunarlar. Bazen de bunu dolaylı olarak yaparlar. “Derslerinde başarısız olursan, gözümüze gözükme”, “Hele karnende bir zayıf olsun.” gibi. Anne-babanın sevgilerini koşullu sunmaları oldukça tehlikeli bir durumdur. Çocuk başarısız da olsa, kötü bir davranış ta sergilemiş olsa sevgi koşulsuz olmalıdır. Aksi halde başarısızlıklar daha da büyür ya da kötü davranışlar alışkanlık haline gelebilir. Olumsuzlukları düzeltme ihtimali ortadan kalkar. “Seni çok seviyoruz ama derslerindeki durumun bizi çok endişelendiriyor.”, “Seni çok seviyoruz fakat bu davranışın bizi çok üzdü.” gibi her şeye rağmen sevginizi göstermelisiniz. Sevginin olmadığı yerde eğitim olamaz.Elbette sevgi, hataları kabul etmek anlamına gelmez. Gerçek sevgi bazen kötü hissettirse de doğru olanı yapmayı gerektirir. Ancak, “sevgi” bir tehdit aracı olarak kullanılmamalıdır. Bu arada aşırı derecede koruyuculuğa dönüşebilen sevgi ve şefkatte bir o kadar sorun oluşturabilmektedir. Olur olmaz her durumda korunan ve her işi anne-baba tarafından görülen çocukların yetersiz özgüvene sahip oldukları bilinmektedir. Özgüven, bütün yaşam alanlarındaki başarıyı etkileyen önemli bir kaynaktır.
FARKLI DENEYİMLER YAŞAMASINA FIRSATLAR VERMEK
İnsanlar yaşadıkları deneyimler kadar anlama sahiptirler. Çocuk dış dünya ile ilgili olarak ne kadar çok olumlu deneyim yaşarsa o kadar çok anlama ve dolayısıyla kavrama sahip olur. Kavram dağarcığı zengin olanların düşünme süreçleri, kavram dağarcığı zayıf olanlardan daha niteliklidir. Bu nedenle anne-babalar küçük yaşlardan itibaren çocuklarının farklı deneyimler yaşamalarına fırsat tanımalıdırlar. Örneğin, hayvanat bahçesi, müze, orman, deniz, göl, sinema, hastane vb. geziler esnasında neyin ne olduğunun ve nasıl olduğunun çocuğa tanıtılması onda hayvanat bahçesi, müze ve orman vb. ile ilgili kavramları oluşturabilir.
Bunun yanında çocuğun dış dünya ile daha farklı deneyimleri de vardır. Bunlar çoğu zaman anne-babanın bilinçli olarak yönlendirdiği deneyimler değildir. Yatağın üzerinde havaya sıçrarken yere düşüp canını yakması, sıcak sobaya elini değdirmesi, bardağı yere düşürdüğünde kırması, kitap sayfalarını çekiştirirken yırtması vb. olumsuz gibi görünen deneyimler de çocuğun öğrenme arzusu sonucu oluşan küçük kazalardır. Ancak, bu tür davranışlar çoğu zaman anne-baba tarafından engellenmektedir. Elbette çocuk kendisine ve çevresine zarar vermek söz konusu olduğunda nedenleri açıklanmak koşuluyla engellenmelidir. Çocuğun evde çekmeceleri karıştırması, saksıların topraklarıyla uğraşması, oyuncakların içini açması da birer öğrenme davranışıdır. Bunların hepsi onun yaşama uyum sağlamasını kolaylaştıracak küçük deneylerdir. Çocukların “yaramazlık” diye nitelenen davranışlarının neredeyse her biri bir öğrenme davranışı ve dolayısıyla yeni bir deneyimdir. Anne-babaların çocuklarını kendilerine ve çevrelerine zarar vermedikleri sürece gözlenebilir/kontrol edilebilir ve güvenli bir ortam içinde özgür bırakmaları çocuklarının zeka gelişimlerini destekleyebilir.
DİL GELİŞİMİNE DESTEK OLMAK
Dil gelişimi ile zeka gelişimi arasında doğru orantı olduğu bilinmektedir.Çocukların dil gelişimlerini desteklemek zeka gelişimini desteklemektir. Küçük yaşlardan itibaren dış dünyada var olanların adlarını ve var olanların aralarındaki ilişkisini; olup bitenleri ifade etmesine fırsat vermek, “Ne?”, “Niçin?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Ne zaman?”, “Kim?” gibi düşünceyi nitelikli yönlendiren sorular çocuğun dil ve zeka gelişimini destekleyen önemli davranışlardandır. Çocukların ardı ardına sordukları sorulara sabırla cevap vermek, bir durumu ya da olayı anlatması konusunda çocuğu yüreklendirmek, çocuğun başka çocukların bulunduğu ortamlarda bulunmasını sağlamak dil gelişimini desteklemektedir.
Birçok TV ve bilgisayar programı dil gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla TV ve bilgisayar çocuğun dil ve zeka gelişiminin önündeki en önemli engellerden ikisidir. Anne – babaların TV ve bilgisayar programları konusunda seçici davranmaları gerekmektedir. Bazı annelerin evde işlerini rahat görebilmek için bebeklerini ya da küçük çocuklarını TV ve bilgisayar başında bıraktıkları bilinmektedir. Bebeğin ya da çocuğun izlediği programın türü önemli olmakla beraber sürekli bilgisayar ya da TV karşısında bırakılan çocukların dil ve zeka gelişimlerinin olumsuz etkilendiği, hatta bunun bazı çocuklarda yapay otizme neden olduğu bilinmektedir. Bu nedenle bebeklik döneminden itibaren çocukların TV ve bilgisayar ile ilgili uğraşları kontrollü ve bilinçli bir şekilde yürütülmelidir.
OYUN HAKKINI KORUMAK
Çocuklar oyun oynayabildikleri ve oyun oynamayı sevdikleri sürece sağlıklıdırlar. Yetişkinler ise çalışabildikleri ve çalışmayı sevdikleri sürece sağlıklıdırlar. Çocuklar oyun ile yaşama hazırlanırlar.Oyun oynamak her çocuğun en doğal hakkıdır. Bu nedenle desteklenmesi gereken en önemli etkinliklerden birisi çocukların oyun oynama davranışlarıdır. Oyundan, kesinlikle vurdulu-kırdılı bilgisayar oyunları kastedilmemektedir. Sürekli oynanan vurdulu-kırdılı bilgisayar oyunları çocukların ruh sağlığını bozabilmekte ve onlarda çeşitli davranış bozuklukları oluşturabilmektedir.
ÖZGÜVENİ DESTEKLEMEK
Özgüven, yer, zaman ve duruma göre değişmekle beraber kişinin bir işi yapabileceğine dair kendine olan inancını ifade eden bir kavramdır. Yapabilme gücü olmasına rağmen yapamayacağına inanmak zayıf özgüven göstergesidir. Örneğin, sıklıkla kullanılan “Ben bu dersi başaramam.”, “Bu sınavı kesin kaybedeceğim.”, “Bu işi yapamam.” gibi ifadeler zayıf özgüvene işaret eden sözlerdir. Özgüven, biri telkinler diğeri de deneyimler olmak üzere iki yolla güçlenir veya zayıflar.
Telkinler Özgüveni Nasıl Etkiler?
Birçok anne – baba istenmeyen davranış ve durumlarından dolayı çocuklarına lakap takmakta, aşağılamakta veya alay etmektedirler. Bu tür anne-baba davranışları çocuğun özgüvenini ve dolayısıyla kişilik gelişimini ciddi derecede olumsuz etkileyebilmektedir. “Bir kişiye kırk defa deli dense o kişi delirebilir.” sözü doğru bir sözdür. Bu nedenle anne – babalar çocuklarına “sen adam olmazsın”, “senden hiçbir şey olmaz”, “aptal”, “geri zekalı”, “tembel”, “yapabileceğine inanmıyorum. Sen bunu başaramazsın.” vb. ifadeler kullanmaktan kesinlikle uzak durmalıdırlar. Kişiliği ve zekası yerine davranışlara odaklanmak en doğrusudur. “Bu davranışından/durumundan, ……… nedeniyle çok rahatsız oldum.” gibi doğrudan eleştiri ifadesi kullanılabilir.
Fakat en doğrusu eleştiri geribildirim kalıbıdır. “………….. davranışların çok iyi ama …………….. davranışın ……………… şeklinde olabilirdi. ………………. şeklinde davranmanı isterdim.” Örneğin, Ders çalışmayan bir çocuğa “tembel” demek yerine“Düzenli oluşun çok iyi ancak derslerine biraz daha önem versen çok daha iyi olacak. Ders çalıştığında şimdikinden çok daha iyi olacağını biliyorum.”gibi bir eleştiri ifadesi kullanılabilir. Bu kalıp ancak alışkanlık haline getirdiğinizde işe yarayabilir.
Burada çocuğun olumlu yönlerine odaklanabilmek önemlidir. Ancak, çocuğun sürekli olarak pozitif (“sen çok akıllısın, zekisin”, “sen çok güçlüsün”, “Sen her şeyi başarabilirsin.” vb. ) ifadelerle beslenmesinin de sakıncaları vardır. Çünkü bu tür ifadeleri duyarak yetişen çocuklar zamanla “kendini beğenmiş-kibirli” bir yapıya sahip olabilmektedirler. “Kendini beğenmiş, kibirli çocuklar” arkadaşları içinde kabul görmeyeceği gibi gelecekte toplum tarafından da kabul görmeyeceklerdir. “Kibir” ciddi bir hastalıktır. Kibir hastalığı veya özgüven zayıflığını engellemek için kişilik yerine davranışları eleştirmek en doğrusudur. Bunun için eleştiri geribildirim kalıbını kullanabilirsiniz.
Bir de gizli telkinler vardır. Aşırı derece koruyucu, aşırı derecede baskıcı-kontrolcü-eleştirici-suçlayıcı ve çocuğu diğer çocuklarla kıyaslama davranışları da özgüveni zayıflatan gizli telkinler grubunu oluşturmaktadır.
Deneyimler Özgüveni Nasıl Etkiler?
Bir işte iki defa üst üste başarılı olan kişinin o işi yapmaya dair özgüveni güçlenebilir. Aynı şekilde üst üste yaşanmış başarısızlıklar da özgüveni zayıflatabilir. Örneğin, matematik dersinden üst üste iki-üç defa başarısızlık yaşayan bir öğrenci bu dersi başaramayacağına dair bir inanç geliştirebilir. Böylece matematik öğrenmeye dair özgüveni zayıflamış olur. Aynı şekilde farklı iki-üç dersi öğrenmeye dair özgüvenini yitiren bir çocuk öğrenmeye ve başarmaya dair özgüvenini yitirebilir. Dersleri ve ödevlerini önemsememe, ders çalışmama, okuldan kaçma, düşük motivasyon, dikkat dağınıklığı-odaklanamama vb. durumlar öğrenmeye dair özgüvenini yitirmiş çocukların en önemli ortak özelliklerindendir. Nihayetinde insan başaramayacağını düşündüğü bir iş için ne kadar çaba gösterebilir ki…
Özgüven nasıl zayıfladıysa öyle güçlendirilebilir. Eğer sürekli olumsuz telkinlerle özgüven zayıflamış ise artık bu telkinleri kullanmaktan vazgeçebilir, çocuğunuza başarılı olduğu durumlarla ilgili telkinler verebilirsiniz. “Aferin, matematik dersinden her geçen gün daha da iyi oluyorsun.”, “Aferin, artık eskisinden daha iyisin.”, ”Çalıştığında başardığını gördük. Bunu devam ettirdiğinde çok mutlu olacağız.” gibi.
Özgüven üst üste yaşanmış başarısızlıklar nedeniyle zayıflamış ise aynı şekilde üst üste yaşanabilecek başarılar ile geri kazanılabilir. Okul ve sınav başarısı söz konusu olduğunda çocuğun genellikle öğrenme becerilerinin (dersi dinlerken, evde çalışırken ne yaptığı ve bunu nasıl yaptığı) gözden geçirilmelidir. Zeka, dikkat ve konsantrasyon veya ruhsal herhangi bir sorunu olmayan çocukların öğrenme becerilerinin niteliği incelenmelidir. Öğrenme becerilerindeki yetersizlikler öğrencinin, okulda ve sınavlarda sürekli başarısızlık yaşamasına neden olmaktadır. Öğrenme becerileri öğrenilebilir. Bu konuda bir uzmandan yardım almak gerekmektedir. Çünkü, dikkat ve konsantrasyon becerilerinin kazandırılmasında olduğu gibi öğrenme becerilerinin kazandırılması işi de öğrenciden öğrenciye değişiklik gösteren uzmanlık gerektiren bir konudur.
OKUMA VE ÖĞRENME İLE İLGİLİ OLARAK İYİ BİR MODEL OLMAK
Anne-babalar çocuklarının ders çalışmalarını veya kitap okumalarını isterler. Ancak, birçok çocuk evlerinde kitap okuyan ya da ders çalışan iyi bir modele sahip değildir. İnsan en kalıcı davranışları en yakın modellerden (anne-babadan-ağabeyden-abladan-dededen vs.) öğrenir. Bu nedenle anne-babalara, evde belirli zamanlarda (özellikle çocuğun ders çalışma zamanlarında, ya da çocuğun rahatlıkla görebileceği yerlerde) kitap okumaları önerilir. Bu davranışı düzenli bir şekilde yaptığınızda özellikle küçük yaştaki çocuklarınız sizi model almaya başlayacaklardır. Aynı şekilde küçük yaşlardan itibaren çocuğa masallar ve hikayeler okumak da onlara okumayı sevdirebilir.
OKULÖNCESİ EĞİTİMDEN FAYDALANMASINI SAĞLAMAK
Okulöncesi eğitimin önemi ne kadar vurgulansa azdır. Okulöncesi eğitim sürecinden geçen çocukların okullara daha kolay uyum sağladıkları, ilköğretim ve diğer öğrenim kademelerinde akranlarından daha başarılı oldukları bilinmektedir. Her anne-baba çocuklarını mutlaka okulöncesi eğitimden faydalandırmalıdır. Okulöncesi eğitim zihinsel, duygusal, davranışsal ve sosyal yönden çocukların gelişimine tahmin edilenden daha fazla destek vermektedir. Ayrıca yapılan araştırmalar okulöncesi eğitimden yararlanan çocukların, yararlanmayanlara göre okulda ve sınavlarda daha başarılı olduklarını ortaya koymuştur.
OKULA, ÖĞRENMEYE VE ÖĞRETMENE ÖNEM VERMEK
Bir çocuğu okulda başarılı yapan en önemli anne-baba davranışları şunlardır.
a) Çocuğun okul ile ilgili araç-gereç ihtiyaçlarını temin etmek.
b) Çocuğa evde ders çalışabileceği bir ortam sunmak.
c) Çocuğun ders çalışması esnasında TV’yi vb. araçları kapatmak. Evde sessizliği ve huzuru sağlamak.
d) Çocuğa ders çalışma esnasında saygı duymak. Ara sıra kapısına tıkladıktan sonra 1sessizce gidip (su, süt, çay vb.) bir ihtiyacı olup olmadığını sormak. Ders çalışırken gidip hafifçe başını okşamak, tebessüm etmek.
e) Düzenli olarak öğretmenleriyle görüşmek. (Bu görüşmelerde özellikle babanın olması önemlidir.)
f) Başarılarına odaklanmak ve başarıyı en azından bir “aferin” ile ödüllendirmek.
g) Çocuğun yanında okul, öğretmen, dersler ve ödevler katı olumsuz eleştirilerden kaçınmak gerekmektedir. Çünkü bu tür eleştiriler çocuğun okula, öğretmene, derse ve ödevlere karşı tutumlarını doğrudan etkileyebilmektedir.
SOSYAL VE SPORTİF AKTİVİTELERİNİ DESTEKLEMEK
Birçok anne-baba çocuklarının sosyal veya sportif faaliyetlerinin okul ve sınav başarısını olumsuz yönde etkilediği düşüncesine sahiptir. Oysa, planlı ve programlı bir şekilde gerçekleştirilen sosyal aktiviteler ve sportif faaliyetler hem okul hem de sınav başarısını olumlu yönde etkilemektedir. Özellikle kuralları olan sosyal ve sportif aktiviteler çocuklara iç disiplin kazanmaları konusunda yardımcı olmakta, zihinsel, bedensel, duygusal ve sosyal gelişimlerine katkı sağlamaktadır. Bu nedenle çocukların sosyal ve sportif aktiviteleri desteklenmelidir.
MÜKEMMELİYETÇİLİKTEN UZAK DURMAK
Bazı anne-babalar çocuklarının performansını bir türlü beğenmezler. Sınavdan 90 alan çocuklarına “neden 100 değil?”, okul 10.cusu olana “neden 1.değilsin?” tarzında tepkiler verirler. Bu ve benzeri tepkileri “mükemmeliyetçi tepkiler” olarak değerlendirebiliriz. Bu tür tepkiler zamanla çocuğun özgüvenini zedeleyebilir. Ayrıca çocuğun da mükemmeliyetçi olmasına neden olabilir. Sonucun daha iyi olmasını herkes ister ancak her zaman en yüksek puanı almak, her zaman maksimum performans göstermek mümkün olmayabilir. Bu nedenle anne-babaların mükemmeliyetçi davranışlardan uzak durmaları ve çocuklarını mevcut performansları ile kabul etmeleri gerekmektedir. Çocuk elinden gelenin en iyisini yapmaya çaba sarf ediyorsa onu kendi performansına bırakmak en doğrusudur.Zorlamalar bir yere kadar işe yarayabilir ancak, sürekli zorlamalar karşısında çocuk zamanla ciddi gerilemeler yaşayabilir.
KAYGIYI KONTROL ETMEK
Kaygı yaşamın her alanında başarı için oldukça önemlidir. Ancak yokluğu sorun oluşturduğu gibi aşırı derecede varlığı da ciddi sorunlara neden olabilmektedir. Kaygısız bir öğrencinin de, aşırı derece de kaygılı bir öğrencinin de derslerinde başarılı olma ihtimali çok düşüktür. Anne-babalarının başarısızlık ihtimali karşısında çocuklarını (“başarısız olursan eve gelme”, “başarısız olursan sevgimizi saygımızı kaybedersin.”, “hele karnende bir zayıf olsun. Bak sana ne yapacağım” türünden ifadelerle) sürekli tehdit etmeleri veya tam tersine çocuklarını başarma konusunda (“Sen başarabilirsin.”, “ Sana güveniyoruz.”, “Bizi utandırma.” vb. ifadelerle) sürekli motive etmeleri çocukların okul ve sınav başarısı konusunda aşırı derecede kaygılanmalarına sebep olmaktadır. Aşırı derecede kaygılanan çocuk sürekli olarak “Ya yapamazsam? Ya başaramazsam?” şeklinde endişeler yaşamaya başlar. Bu endişe ders çalışma ve öğrenme performansını düşürebildiği gibi sınav esnasında aşırı derecede heyecana da neden olabilmektedir.
ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI KAZANMASINA YARDIMCI OLMAK
Çoğu anne-baba çocuklarını sürekli ders çalışması konusunda uyarmaktadır.Düzenli ders çalışma alışkanlığı olmayan çocuklara sürekli “ders çalış” hatırlatması yapmak yerine onlara ders çalışma alışkanlığı kazandırmak en doğrusudur. Ders çalışma alışkanlığı ilköğretim 1.sınıftan itibaren kazanılmaya başlanır. İlköğretim yıllarından sonra planlı – programlı çalışma alışkanlığı kazandırmak zor olmakla beraber aşağıdaki çalışmayı titizlikle yaptığınızda olumlu sonuçlar alınabilmektedir. (Aşağıdaki adımlara uyunuz.)
1) Anne-baba ve çocuk bir araya gelir.
2) Baba “ Oğlum/kızım düzenli bir şekilde çalışmaman bizi endişelendiriyor, derslerinden zayıf almandan ve başarısız olmandan korkuyoruz. Ayrıca her akşam ders çalış ders çalış diye sürekli hatırlatma yapmaktan da bıktık. Şimdi ders çalışma, TV izleme ve bilgisayarla oynama vakitlerini belirlemeni isteyeceğiz. Ne zaman çalışıp, ne zaman TV izleyeceğin ve ne zaman bilgisayarla oynayacağını sen belirle ve ortak bir karar alalım. “
3) Çocuğunuzun hangi zaman aralığında ders çalışacağını, hangi zaman aralığında TV izleyeceğini ve hangi zaman aralığında bilgisayar oynayacağını veya varsa diğer etkinlikleri ile ilgili zaman bilgilerini kendisinin belirlemesini isteyiniz. Ve söylediklerini güzel bir şeklide kağıda yazınız. Bu kararlar çocuğunuza ait olmalı ve sizin de kabul edebileceğiniz kararlar olmalı. (Ders çalışma saatinin çok uzun olmamasına dikkat ediniz. Örneğin başlangıçta akşamları ilköğretim 1-5.sınıflar için en az 30 dakika en fazla 1 saat, 6-8.sınıflar için en az 1 saat en fazla 2 saat, lise öğrencileri için de en az 1,5 saat en fazla 3 saat olabilir. Yine de süreyi çok fazla zorlamadan çocuğun maksimum çalışabileceği süreyi dikkate almakta fayda vardır.) Bu çalışmayı yaparken amacın ders çalışma alışkanlığı kazandırmak olduğu unutulmamalıdır. Alışkanlıklardan kolaydan zora doğru kazanılabilir.
4) Ders çalışma süreleri belirlendikten sonra bu sürelere uyulmadığında ne tür bir mahrumiyet cezası verileceği belirlenmelidir. Verilecek cezanın ne olacağını da çocuğunuzun belirlemesi en uygunudur. (Örneğin bir gün ders çalışmayı aksattığında iki gün TV izlememe, iki gün bilgisayarla oynamama, iki gün arkadaşlarıyla oyun oynamam vb. mahrumiyet cezaları anne-baba tarafından tutarlılıkla uygulanmak koşuluyla verilebilir.)
5) Alınan kararları yazdığınız kağıdı anne-baba ve çocuk imzalar. Karar kağıdını çocuğun görebileceği bir yere asınız ve günlük olarak takip etmeye başlayınız. Başlangıçta bir iki defa ders çalışma vaktinin geldiğini hatırlatabilirsiniz. Ama örneğin bir hafta sonra artık hatırlatmaları bırakabilirsiniz. Ders çalışma zamanı ders çalışmadığında doğrudan mahrumiyet cezasını uygulamalısınız. Bu nokta da anne-babanın birlikte hareket etmeleri oldukça önemlidir.
KARŞILAŞTIRMALARDAN UZAK DURMAK
Birçok anne-baba çocuklarını hırslandırmak için kardeşleriyle veya derslerinde başarılı olan başka çocuklarla karşılaştırma eğilimindedirler. Sürekli başkaları ile karşılaştırılan çocuklar zamanla özgüvenlerini yitirmeye başlarlar. Öğrenme, okul ve sınav başarısı konusunda özgüvenini yitiren çocukların başarılı olma olasılıkları her geçen gün düşmektedir. Bu nedenle çocuklar okul ve sınav başarıları yönünden başkaları ile değil kendileri ile karşılaştırılmalıdırlar. Örneğin, “Geçen dönem derslerin daha iyiydi. Bu dönem başarın düştü. Performansını yükseltmek için neler yapabiliriz?” gibi cümlelerle çocuğu önceki durumları ile karşılaştırmak en doğrusudur. Önceki durumu ile karşılaştırma sadece negatif yönlü olmamalıdır. Eğer çocuk geçen döneme göre daha başarılı ise o zaman en azından bir “aferin” ifadesi kullanmak başarıyı pekiştirebilir.
ÖĞRENMEYİ ÖĞRENME KONUSUNDA YARDIMCI OLMAK
Bir çok çocuk öğrenmeyi bilmediği için okul derslerinde ve sınavlarda başarısız olmaktadır. Etkili ve kalıcı öğrenme becerilerine sahip olmak okul ve sınav başarısı bakımdan oldukça önemlidir.Öğrenmeyi bilmemek öğrenmenin niteliğini ve sınav performansını doğrudan etkileyen en önemli sorunlardan biridir. Bu nedenle anne-babalar çocuklarının öğrenmeyi öğrenmeleri konusunda ilgili kitaplardan ya da uzmanlardan yardım almalıdırlar. Fakat öğrenme becerilerini kazandırma işinin gerçekten uzmanlık gerektiren bir iş olduğu da unutulmamalıdır. Bu konuda mutlaka uzman yardımı alınmalıdır.
Etkili ve kalıcı öğrenme becerileri denildiğinde genellikle insanların aklına, hafıza teknikleri veya hızlı okuma teknikleri gelmektedir. Oysa, etkili ve kalıcı öğrenme becerileri, ders içinde öğretmeni dinlemeyi sürdürmek, duyduklarını ve gördüklerini anlamaktan, planlı ve programlı bir şekilde çalışmaya, okuduğunu anlamaktan, not tutmaya, özet çıkarmaya, zihin ve kavram haritaları kullanmaya, zamanını, motivasyonunu ve heyecanını yönetmeye, okula ve öğrenmeye karşı olumlu tutum geliştirmeye kadar bir çok zihinsel beceriden oluşmaktadır.
Başarısızlıktan zevk alan öğrenci yoktur. Dikkat ve Algılama Becerileri yeterli, hatta mükemmel düzeyde olmasına rağmen günümüzde birçok öğrenci okulda ve sınavlarda istenen başarıyı elde edememektedir. Okul ve sınav başarısını olumsuz yönde etkileyen bir çok kaynak vardır. Etkili ve kalıcı öğrenme becerilerindeki yetersizlik, okul ve sınav başarısını olumsuz etkileyen kaynakların başında gelmektedir. Sınıfta dersi anlamak ve evde yapılan çalışmaların etkililiği ve devamlılığı öğrencinin sahip olduğu etkili ve kalıcı öğrenme becerilerinin niteliğine bağlıdır. Etkili ve kalıcı öğrenme becerilerine sahip olmayan öğrencileri aşağıdaki özelliklerinden bilebiliriz.
ETKİLİ VE KALICI ÖĞRENME BECERİLERİNE sahip olmayan bir öğrenci;
1. Genellikle dikkat sorunları varmış gibi görünür.
2. Anlamlı öğrenme gerçekleştiremediğinden ders çalışmaktan hoşlanmaz. Öğrenmeye ve ders çalışmaya karşı olumsuz bir tutum geliştirir. Derslere, ödevlere karşı isteksiz olur.
3. Çalıştığının karşılığı olabilecek başarıyı elde edemez.
4. Genellikle kendilerine özgü öğrenme becerilerini geliştiremezler.
5. Öğrendiklerini çabuk unutur.
6. Düzenli ve planlı çalışamaz.
7. Okulda ve sınavlarda başarılı olmaya dair çaba ve gayretini yitirir.
8. Okul ve sınav başarı düzeyi genellikle orta ve düşük düzeydedir.
9. "Kendisi hakkında zeki, ama çalışmıyor." denilen öğrencilerin çoğunluğunun öğrenme becerilerinde çeşitli sorunlar vardır.
Önemli Not: Yukarıdaki özelliklerden en az üçü kendisinde bulunan bir öğrencinin etkili ve kalıcı öğrenme becerileri eğitimini alması önerilir.
DİKKAT VE KONSANTRASYON YETERSİZLİĞİ VE BAŞARI
Okulda öğrenme sürecinde dikkat ve konsantrasyon hayati önem taşır. Dikkat ve algılama becerileri yetersiz düzeyde olan bir öğrenci ne kadar zeki olursa olsun okulda ve sınavlarda istenen başarıyı elde etmekte zorlanmaktadır. Dikkat, algısal İşlevleri, düşünceleri, duyusal girdileri, bilişsel süreçleri, çevresel uyarıcıların bazılarını görmezden gelip bazılarını seçerek onları odaklaştırabilme, böylece seçilen uyarıcıları daha net algılayabilme ve bu süreçlerin tamamını iradi olarak kontrol edip yönlendirebilme yetisidir.
Derste Olan Bir Öğrenci İçin Dikkatin Tanımı: Sınıftaki veya sınıfın dışındaki gürültüye rağmen öğretmeni dinleyebilme, duyduklarını anlamlandırabilme, tahtaya yazılanları izleyebilme, dersle ilgili olmayan ancak zihnini meşgul edecek düşünceleri, çevreden gelen ve dersle ilgisiz ses ve görüntüleri zihinsel olarak bertaraf edip, derste anlatılanları anlamlandırmayı ve öğrenmeyi devam ettirme becerisidir.
Ders Çalışan Bir Öğrenci İçin Dikkatin Tanımı: Ders çalışma ortamında veya dışarıdaki gürültüye rağmen veya dersiyle ilgili olmayan ancak zihnini meşgul edecek düşünceleri, hayalleri bertaraf edip, çalıştığı dersi anlamlandırmayı ve öğrenmeyi devam ettirme becerisidir.
Sınavda Olan Bir Öğrenci İçin Dikkatin Tanımı: Sınav ortamında veya dışarıdaki gürültüye rağmen veya sınavla ilgili olmayan ancak zihnini meşgul edecek düşünceleri, hayalleri bertaraf edip, soruları anlamayı ve çözümlemeyi devam ettirme becerisidir.
Algılama, beş duyu organı aracılığıyla çevreden gelen uyaranların (ses, görüntü, tat, koku, his) farkına varmaktır. Ayrıca bedenimizde ve zihnimizde olup bitenlerin farkına varmayı da kapsamaktadır.
Derste Olan Bir Öğrenci İçin Algılamanın Tanımı: Derste öğretmenin, öğretmenin sunduğu bilginin farkında olmaktır.
Ders Çalışan Bir Öğrenci İçin Algılamanın Tanımı: Çalıştığı ders kitabının, ders defterinin, konunun ve bilginin farkında olmaktır.
Sınavda Olan Bir Öğrenci İçin Algılamanın Tanımı: Sınavda olduğunun, sınav kitapçığının, soruların, hangi soruda olduğunun, sorulardaki detayların ve geçen zamanın farkında olmaktır.
DİKKAT VE ALGILAMA BECERİLERİ yetersiz olan bir öğrenci aşağıda listelenen özelliklerden en az üçüne sahip oluyor.
· Ders çalışmaya, kitap okumaya vb. etkinliklere dikkatini vermede, okuduğunu anlamakta genellikle zorlanır.
· Derslerde öğretmenini dinlemekte güçlük çeker. Kendini çoğunlukla derse veremez.
· Özellikle ders çalışırken, telefonun veya kapının çalması, odaya birinin girmesi vb. durumlarda dikkati kolayca dağılır.
· Ev ödevi yapmak, ders çalışmak gibi zihinsel çaba gerektiren işleri yapmakta zorlandığından genellikle bu ve benzeri sorumlulukları yerine getirmekten kaçınır.
· Ders çalışırken, ödev yaparken çok sık ara verir.
· Uzun süreli çalışmakta genellikle zorlanır.
· Sınavlarda basit hatalardan dolayı yanlış cevapladığı soru sayısı fazladır.
· Sınavlarda soruyu tekrar tekrar okuma ihtiyacı duyar. Bu nedenle zaman yetirmekte zorlanır.
· Genellikle aceleci ve sabırsızdır.
· Başladığı bir işi sürdürmekte ve bitirmekte genellikle zorlanır.
· Günlük etkinliklerde, sorumluluklarını yerine getirmede sık sık unutkanlık yaşar. (Ödevini yapmayı veya okula giderken, defterini kitabını veya ödevini almayı unutur.)
Önemli Not: Yukarıdaki özelliklerden en az üçü kendisinde bulunan bir öğrencinindikkat ve algılama becerilerinin analiz edilmesi ve gerektiğinde desteklenmesi önerilir. Dikkat ve algılama becerilerindeki yetersizlikler okul ve sınav başarısını olumsuz etkilemekle beraber sosyal yaşamda da çeşitli olumsuzluklara neden olabilmektedir.
VAKTİNDE TEDBİR ALMAK
Çocuğun göz ve kulak sağlığı, hiperaktivite ve dikkat bozukluğu veya öğrenme sürecinde sorun oluşturabilecek diğer sorunlarla ilgili erken tedbir almak önemlidir. Bu tür rahatsızlıklarla ilgili olarak okulöncesi eğitim sürecinde veya ilköğretimin ilk yıllarında öğretmenlerin önerilerini dikkate alıp uzman yardımına başvurmak, çocuğun öğrenim yaşantısındaki başarısı için oldukça önemlidir.
HER ŞEYDEN ÖNCE ÇOCUĞUN SAĞLIĞINA ÖNEM VERMEK
Okul ve sınavlar elbette önemlidir ancak, çocuğun sağlığı her şeyden daha önemlidir. Okuldan gelen çocuğu “Dersler nasıldı?”, “Bu gün yazılı oldunuz mu? Kaç puan aldın?” vb. okul ile ilgili sorularla karşılamak yerine önce “Hoş geldin. Bu gün nasılsın?”, “İyi misin?”, gibi çocuğun sağlığı ve huzuru ile ilgili sorularla karşılayınız.Çocuğun sağlığından daha önemli tutulan her şey çocuk için ciddi bir kaygı kaynağıdır.
Diğer
Aile içi huzur, kardeş kıskançlığı, ergenlik sorunları, ruhsal veya diğer sağlık sorunları da çocuğun okul ve performansını etkileyen kaynaklardır. Ailesinde sürekli kavgalara şahit olan, yoğun bir şekilde kardeş kıskançlığı yaşayan bir çocuğun okul ve sınav başarısı düşebilir. Ayrıca ergenlik dönemi de okul ve sınav performansının düşebildiği bir dönemdir. Bu sorun alanlarıyla ilgili mutlaka bir uzmandan yardım alınması önerilir.

Ahmet ÖZTÜRK, Eğit.Bil.Uzm.