4 Nisan 2008 Cuma

Allah Bizi İnsan Eyleye


Alvar İmamı cezbeye gelince, o ürperten sesiyle “Allah bizi insan eyleye” derdi. Bu dileğiyle merhum, herhalde insan-ı kamil olmayı murad ediyordu.
İnsan-ı kamil olmak, insanî değerlerin bulunması, elde edilmesi sonra da onların muhafazasıyla mümkün olur. Zira insan, insanî duygular, latifeler, hisler....vs. ile bilkuvve insandır. Fakat bu potansiyel değerleri bir tohumu toprağın bağrına gömüp, neşv u nemasını sağladığı gibi, hayatını da Allah’ın değer verdiği şeylerle yeşertmesi ve sonra da bu değerleri koruması lazımdır ki “Onlar hayvan gibidir, belki hayvandan da aşağı” (A’raf, 7/179) nazım-ı celiline masadak olmasınlar.
Efendimiz (sav)’in, namazdaki davranışlarımız hakkında buyurduğu şu mübarek sözler bu hakikati ne kadar güzel ifade eder: “Kollarınızı köpekler gibi yere sermeyin”, “İmamdan önce başını secdeden kaldıran biri, yüzünün eşek şekline çevrileceğinden korkmuyor mu?”, “Secdeyi tavuk ve horozların yem gagaladığı gibi yapmayın.” İşte Allah Rasûlü (sav) bu sözleriyle insanın, hususiyle de namazda, insanlığını sergilemesi gerektiğini ifade etmektedir. Zaten, insanın insan-ı kamil olmayı yakalaması da ancak, ibadet ve ubudiyetle mümkündür. Yine insanın Muhammedî Ruhu, İlâhî Ahlak’ı bulması ve o ahlâkı insanda fıtrat ve tabiat haline getirilmesi de ancak ibadet ve ubudiyet gerçekleşebilir.
Evet, insan kulluğu terk ettiği ölçüde hayvanlığa yaklaşır, kendisi için hazırlanan makamdan ve takdir ölçülerinden aşağıya düşer. Hasılı, insanî tavır, insanın Allah ile olan münasebetleri içinde aranmalıdır. Efendimizin “Allah sizin cisimlerinize ve suretlerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar” nur-efşan beyanı, bu hükme işaret eder. İşte Alvar İmamı da “Allah bizi insan eyleye” derken herhalde bu ma’nâyı kasdediyordu.

ACELE KARAR VERMEYİN...


ACELE KARAR VERMEYİN...
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş, ama Kral bile onu kıskanırmış... Dillere destan bir beyaz atı varmış ki, tarifinden diller aciz. Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş, ama adam satmaya yanaşmamış..
"Bu, sadece bir at değil benim için; o bir dost. İnsan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış:
"Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...
İhtiyar:
"Karar vermek için acele etmeyin" demiş.
"Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."
"Karar vermek için yine acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz bir kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla alay etmemişler, ama içlerinden "Bu herif sahiden geri zekalı" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalmak zorundaymış. Köylüler yine gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler.
"Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başka kimse de yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar
"Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.
"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağını siz asla bilemezsiniz."
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile ülkelerine saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin sonunda ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, yine ihtiyara gelmişler...
"Yine haklı olduğun ortaya çıktı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."
"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT


Aşağıda Osman Bey'e ünlü İslam Alimi, Şeyh Edeb-Ali'nin verdiği öğütleri anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Neredeyse 700 yıl önce söylenmiş ama hiç mi hiç eskimemiş. Tüm zamanlar için geçerli."Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin...Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çölleredönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.Üç kişiye acı:* Cahiller arasındaki alime,* Zenginken fakir düşene,* Hatırlı iken itibarını kaybedene.Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.Haklı olduğunda mücadeleden korkma."Bilesin ki atın iyisine DORU,""Yiğidin iyisine DELİ derler."

7 KUTSAL GERÇEK


7 KUTSAL GERÇEK

- Kaç yıldır benim yanımdasın?
- 20 yıldır efendim
- Bu zaman süresince benden ne öğrendin?
- Hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim.
- Ömrüm seninle geçtiği halde topu topu 7 gerçek mi öğrendin?
- Evet
- Söyle bakalım öyleyse neler öğrendin?
- Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. Ancak bunlardan hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. Ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. Ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. Ki onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmış insanoğlunun hiç tükenmeyecek azığı ve en gerçek dostlarıdır.
- Çok güzel, ikincisi ne bakalım?
- Baktım ki, insanların bir çoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O'na satıp, gönlümü yalnız O'nun sevgisine açtım.
- Devam et!
- İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. Ancak bir çoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. Bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlakça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.
- Devam et yavrum.
- Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine. Bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. Ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.
- Sonra?
- Nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. Böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. Oysa insanın başına ne geliyorsa kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. Bunun bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.
- Doğru...
- Baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar. Hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. Oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde dünya nimetleri insanlara yeter de artardı bile.
- Ve yedinci?
- Yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine... Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak eğreti desteklerdir. Ben ise yalnız O'na sığınıp yalnız O'ndan yardım diledim. Ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu
- Seni tebrik ederim evladım. Ben de yıllar yılı bütün din kitaplarını inceledim. Hepsinin bu 7 gerçek etrafında döndüğünü tespit ettim.

33 ADIMDA HAYATINIZI RENKLENDİRİN


33 ADIMDA HAYATINIZI RENKLENDİRİN

Birden her şey çok kötü gitmeye başlar ve artık hayatınızı güzelleştirmek için çözüm bulmakta zorlandığınızı hissedersiniz. Ama endişelenmeyin. İngiliz Observer gazetesinin uzmanlara hazırlattığı reçete, sevgilinizle ilişkinizden iş hayatınıza kadar pek çok konuda renkli ve uygulanabilir çözümler sunuyor...
İlişkiler
1. Düzenli ve tutkulu bir ilişki yürütmenin en iyi yolu dönem dönem hiçbir şey yapmamaktır. Kimse birbirine acı vermeden, biraz ilişkiden uzaklaşın.
2. Uzmanların "paradoksal problem çözümü" adını verdiği yöntemi uygulayın. Örneğin, cinsel sorunlarınızı gidip bir danışmanla görüşmek yerine önce yatağınızın yerini değiştirin.
3. Evli çiftler konusunda uzman John Gottman'a kulak verin. Araştırmasına katılan çiftlerden hangilerinin üç yıl içinde boşanacağını yüzde 94'lük doğruluk payıyla bilen Gottman'a göre, kadınlar kocalarının söylediği sözlere 15 dakikalık periyotlar içinde dört ya da beş kez sinirleniyorsa, bu çiftin en geç dört yıl içinde boşanacağı anlamına geliyor.
4. Yine Gottman'a göre, eğer sevgilinizle tartışarak geçirdiğiniz vakit, onunla sorunsuz, mutlu geçirdiğiniz vaktin sadece yedide biri kadar ise, ilişkiniz iyi gidiyor demektir. Eğer sorunlarınızın yüzde altmışı "çözülemez" türdense meraklanmayın, normalsiniz.

Kültür
5. Televizyonunuzu atın! Saçma gelebilir ama eğer ömrünüzün bir yılını televizyondan uzak geçirirseniz, kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz. Böylece sinemaya, tiyatroya gitmek için de bol vakit bulabilirsiniz.
6. Hayatta olup bitenleri takip etmek için dünyanın dört bir yanında çıkan gazeteleri, dergileri İnternetten okuyun.
7. En az beş tane caz albümü alın. İste size küçük öneriler: Miler Davis'in "Kine of Blum," John Coltrane'in "A Lome Suareme" ya da Duke Ellington'in bir albümü.
8. Bestseller'lardan nefret etseniz de, en kısa zamanda Tolkien ile tanışın. "Yüzüklerin Efendisi" filmi geldiğinde, en azından bu konuda söyleyecek sözünüz olur.

İş
9. Kariyer seçiminizi yaparken "kapasite"niz kadar sizin için "uygun" olup olmadığını göz önünde bulundurun. En önemli on kişisel özelliğinizin listesini yapın ve sizin için neyin önemli olduğuna karar verin.
10. Zeki bir çalışkan olun. Önemli olan nasıl "çok çalıştığınız" değil, nasıl "çalıştığınız"dır. Temel ipucu: Her ne kadar güç patronunuzda olsa da, ofisteki diğer çalışanları da etkilemeye çalısın.
11. Değişikliklerden korkmayın. İş yaşamındaki değişiklikler bir dönem her şeyin yerli yerine oturması için kendinize vakit tanımanız anlamına gelir.
12. "Esnek" olun. Günümüz iş dünyası çok yönlü hizmet verebilen, birçok konuda uzmanlaşmış elemana ihtiyaç duyuyor.

Oyun
13. Arada bir de olsa spontane davranın. Eğer bir ünlüye çok uzun zamandır hayransanız, hemen ona bir e-mail gönderin. Hoşlandığınız kişiyi ilk gördüğünüz anda ona duygularınızdan bahsedin. İçinizden mırıldandığınız şarkıyı yüksek sesle söylemeye başlayın.
14. Güzel bir şey yapın. Zahmetli ama lezzetli bir yemek, sevdiğiniz biri için bir kartpostal, kişisel İnternet sitesi... Bunlar kendinizi iyi hissettirecektir.
15. Tutkularınızı paylaşabileceğiniz insanlar bulun. Beraber saatlerce bilgisayar oyunu oynayacağınız, spor yapacağınız, satranç oynayacağınız birileri hayatınızı renklendirecektir.

Sağlık
16. Gülün. Gülmek sadece stresinizi yenmenizi sağlamakla kalmaz, kalbinizi de korur. Amerikalı ilim adamları çok gülen insanların kalp hastalıklarına karşı daha dayanıklı olduğunu söylüyor.
17. Sigarayı bırakın. Herhangi bir sağlık sorunundan muzdaripseniz, öncelikle yapmanız gereken yine sigarayı bırakmaktır. Kararlı olun.
18. Yanınızda her zaman aspirin bulundurun. Sadece baş ağrısını geçirmez, zamanı gelince hayatınızı da kurtarır. İngiliz Kalp Vakfı’nın Araştırmasına göre, kalp krizi geçiren birine verilen aspirin ölüm riskini büyük ölçüde azaltıyor.
19 Korunun. Cinsel ilişki yoluyla bulaşan hastalıklar gün geçtikçe artıyor.

Mutluluk
20. Yeni yılda olumlu düşünme gücünüzü devreye sokun. Her gün, sizi neyin rahatsız ettiğini düşünün ve o konuda çözüm üretmeye çalısın.
21. Üstünüzdeki giysiye şöyle bir bakın: Çevrenize nasıl bir mesaj veriyorsunuz? Giysilerinizde ne kadar açık renkler tercih ederseniz başkalarının enerjisini de o kadar itersiniz. Bu yüzden doktorlar beyaz giyer. Koyu renkleri tercih ederseniz, daha fazla enerji çekersiniz üstünüze ve otoriter bir havanız olur; bu yüzden polis üniformaları koyu renktir. Toplum içindeki konumunuza uygun renkte elbiseler giyin; aralara ruhunuzu ortaya çıkaracak renkler katmaktan çekinmeyin.
22. Kalp egzersizi yapın: İnsanları sevin!
23. Bütün konsantrasyonunuzu beyninizin merkezine, yani gözlerinizin tam ortasına yoğunlaştırın: Ruhun gerçek yuvasına. Bu egzersiz yoga felsefesine göre ruhsal ölümsüzlük anlamına gelen, "üçüncü öz"ünümü açacak.
Beslenme
24. Kalori hesaplarını bir kenara bırakın. Eğer kilonuzun fazla olduğuna inanıyorsanız, aşırıya kaçtığınız noktalarda kendinizi tutmaya çalısın.
25. Bir meyve sıkma makinesi alın ve uzmanlara kulak vererek haftada üç kez "kullanın!"
26. Saat başı bir bardak su için. Bu sık sık tuvalete gitme ihtiyacına yol açacak olsa da, yarım litre su enerjinize yüzde 20 enerji katar.
27. Bu seneyi "iyi uyuma yılı" seçin: Gün ortasından sonra kafeinli içeceklerden uzak durun, alkol almayın, bedeniniz iflas etmeden yatağa girin.

Zayıflama
28. Spor yaparken bulunduğunuz ortamın aromalı olmasına özen gösterin. Şaka değil; New York'ta yapılan bir araştırmaya göre, spor yaptığınız ortam nane kokuyorsa enerjiniz artıyor ve daha az zorlanıyorsunuz.
29 "48 saat kuralı"nı aklınızdan çıkarmayın. Her gün spor yapmak çok da doğru değil bazı uzmanlara göre. Ama eğer her spor seansı arasında 48 saatten fazla vakit bırakırsanız da zorlanma ihtimaliniz var.
30. Egzersiz yapmak istiyorsanız, açık havayı tercih edin diyor uzmanlar. Amerikan Egzersiz Merkezi (ACE) bu yılın en büyük spor trendinin açık havada verilecek egzersiz dersleri olacağını açıkladı.
Para
31. Ailenizi "finans gurksu" olarak görmeyin. Son araştırmalar, insanların yüzde 40'ının parayla ilgili sorunu olduğunda ailelerine danıştığını ortaya çıkardı. Ama uzmanlar bu yaklaşımın yanlış olduğu görüsünde; tabii eğer 20 yıl öncesinin önerilerini dinleme arzusunda değilseniz.
32. Eğer para konusunda eşinizle ortak hareket ediyorsanız, görüşmelere mutlaka birlikte gidin. Çünkü kadınlar can alıcı sorular sorma konusunda erkeklerden daha yetenekli.
33. İyi para kazanmak istiyorsanız, kariyerinizi seçerken özen gösterin. Warwick Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre hukuk ve politika eğitimi görenler ziraat fakültelerinden mezun olanlardan yüzde 50 daha az kazanıyor.
Hiçbir şey için "BENİMDİR" deme! Sadece de ki: "YANIMDADIR!" Çünkü ne "ALTIN" ne "TOPRAK" ne "YAŞAM" ne "ÖLÜM" ne "SEVGİLİ" ne de "KEDER" daima SENİN KALMAZ!

Ne Mutlu Senin Gönlüne Düşene!


Ne Mutlu Senin Gönlüne Düşene!


Ey en Sevgili'den lütuf Sevgili!.. Dudaktan dökülen sözle, kalemden süzülen satırların, sadra doğan muhabbetle olan sıcak bağını hesaba katarak, kelâmımın Senin katındaki aczi altında ezilerek şunları diyebilirim ki; Sen latîf olan Allah'ın, yerini kimsenin dolduramayacağı, paha biçilmez bir lütfusun bize. Sen lütufların en yücesisin, en güzelisin Sultânım! Bizi, Sen'in ümmetin olmakla şereflendiren Allah Teâlâ'ya, yarattıkları adedince hamdolsun!.. Hazret-i Sevban kadar sevemesem de Sen'i, muhabbetine tâlip, muhabbet duyduklarının dostu olma yolunda tökezleye tökezleye gelmekteyim Sana doğru. Ne acıdır ki, eskiden muhabbet sadırlardan satırlara nakşedilirken, şimdilerde satırlardan sadırlara terfî etmeyi bekliyor. Gönlün muhabbetinle hemhâl olması ise; ancak muhabbetinin hakkını verip mübârek ahlâkınla ahlâklanmaktan geçiyor. Zâtının aşkıyla yanıp tutuşan ve lütfuna nâil olan şâir Nâbî kadar dökemesem de muhabbetimi satırlara, sadrım Sen'in aşkının nûrunu dağıtıyor tüm varlığıma. Hasretin gözlerimden döküldüğünde, gözyaşlarımı Fuzûlî'nin gönül testisiyle Sana göndermekten başka bir şey gelmiyor elimden, Efendim. Endülüs'ten Bağdat'a gelip, evinin çevresi karantinaya alınmış hocasının kapı aralığından mübarek hadîs-i şeriflerini öğrenmek için dilenci kılığına giren, aşkına bürünmüş Bâkî bin Mahlet'i duyduktan sonra, Cumâ'ları Sana salât ü selam getirenlerin yüzlerini bizzat gördüğün haberiyle sarsılıp utanıyorum. Ey kalplerin tabîbi!.. Şahsınızda, Sizi Yaratan'ın Zâtına -celle celâlühu- hürmet gösterip, mübârek hadîs-i şeriflerinizi nakletmek için, bulunduğu mekânda en yüksek yere çıkmayı, edebin bir gereği olarak gören bir ecdâda sahipken, bu güzel fazîletlerin kalıntılarıyla diri tutmaya çalıştığımız mâneviyâtımızın tekrar yeşermesi için ne olur bize duâ edin! Bizlerin “az”lardan, müjdelediğin “garip”lerden, “mukarrebûn”dan olmamız için şefaatini lütfet. Kutlu müjdene nâil olmak için ömrünün son demlerinde İstanbul'un İslambol diye anılmasına vesîle olan fethe ilk adımı atanlardan Ebû Eyyûb el-Ensarî gibi İstanbul'u mânevî açıdan yeniden fethetmemiz, tekrar ümmet bilincini, İslâm kardeşliğini kazanmamız için kerem edip, sünnetinle yol göster bizlere!.. Muhabbete en çok lâyık olan beşer Sen'sin. Senin sevgini, başta kendi gönlümüzde ve tüm insanlığın gönlünde, İslâm'a hizmetçi olarak diri tutmamız için, Sana “Habîbim!” diyen Vedûd olan Allah'tan yardım diliyoruz. Çünkü Sen'i lâyıkıyla sevmek, Sana “Sevgilim” diye hitâb eden Rabbimizi de lâyıkıyla sevebilmeye bir vesîledir diye ümid ediyoruz. Sultanım, bizi cürmümüze rağmen sev, sevdiklerine sevdir ve şefaatinle sevindir ki; bizden daha bahtiyarı olmasın dâreynde! Hiçliğinin dahî idrâkine varamamış bu âciz Meryem, Senin yaratılışının en önemli harcı olan muhabbetle, gönülden gönüle Sana –âdetâ- lehimlenmek ister! Şefaatinle ferahnâk etmezsen eğer, hâlimiz nice olur Efendim!Yâ Raûf! Ne mutlu Sen'in kalbine düşene, ne mutlu kalbine Sen düşene!!! Ne olur bizlere şefaat eyle! Sultanım!.. Canımı, cânân eğer isterse minnet cânıma Can nedir kim, ânı kurban etmeyem cânânıma Sultanım, Seni sevdikçe daha çok tanıyor, Tanıdıkça daha çok seviyorum…

Kalıbını Secdeye, Kalbini Kıbleye Bırak


Kalıbını Secdeye, Kalbini Kıbleye Bırak
Kıpırtısız bir boşluğa koyarsın alnını günde beş vakit. Secdenin alnını nereye değdirdiğinden habersizsin. Gösterişsiz bir yöne dönersin yüzünü; ışıktan yolları yoktur şehrin kıblesinin. Kıblenin yüreğini nereye götürdüğünü bilmiyorsun. Suskun bir duvarın dibinde oturur gibisin her tahiyyatta... Selâmının kimleri neşelendirdiğini tahmin edemiyorsun, aldığın selâmların sıcağını hissedemiyorsun. Adını bilmediğin bir deniz kıyısında yürür gibisin. Yüzünü görüyorsun sadece mavinin; derindeki incilerin pırıltısına dokunamıyorsun. Terazinin bu kefesindesin; varlığını inceltirken rükûlarda, karşı kefede neyi biriktirdiğini bilmiyorsun. Şimdilik hece hece tutunduğun duanın gölgesinin haber verdiği ışıktan nasibin pek az. Dudaklarını ıslatan abdest suyunun her bir damlasının dudaklarını hangi billur pınarlara değdirdiğini fark etmiyorsun. Hüznünün kuytularından taşırdığın fısıltılarını dök seccadene… Aynalarda aradığın avuntuları sök bakışının perçemlerinden.. Bulduğunu yitir bir tekbirin yankısında… De ki “ben buraya razı değilim!” Yitiğini bul elini elin üzerine koymana fırsat veren vuslatın arefesinde.. De ki “ben sonsuzluğa adayım!” Varı yok et secdenin yüzünde; benliğini sıfırın altına çek, varlığını sonsuzluğun başına taşı. Yoğu var et niyetin fısıltısında; ettiklerinin değil niyet ettiklerinin seni kurtardığını anla.. Diriyi öldür rükûların darağacında; teninden geç, bedenini yık dağ gibi.. Ölüyü dirilt dualarının burcunda; çağır günahın peltesinde dilsiz ettiğin ruhunu.. Umutlarını namazların ipeğine tane tane dizdiğini bil de sevin dostum. Namazın uçuruma atılmış en güzel gülündür senin. Namaz gülünün bin bahar olup içinde yankılandığını bil de sevin. Bir namazı kaçırmış olmanın o hüznü yok mu? Hiç olmazsa onu al yedeğine? Sana müşfik bir vaize olsun… Pişmanlık değil midir bizi en çok büyüten? Yüzü yerde pişmanlıklarının kalbine attığı sızıları kaybetme lütfen.. Bu bize lazım.. Hep lazım.. İncelmiş duygularımızın izinde yürüyelim hep... İçimizdeki hüzün yol göstersin bize. Kırık kalbimiz, bükük boynumuz Rabbimizin rahmet dergâhına bitiştirsin secdemizi. Göz yaşlarımız rahmetin kucağına akıtsın yakarışlarımızı. “Din sadeliktir” der peygamberimiz [asm>.. Bu zamanda beş vakit namazı bir kenara koyup, aradaki vakitleri de namaz beklentisi içinde yaşaman yeter... Tesbihatını yapabildiğin kadar yap; “subhanallah”ı, “elhamdulillah”ı, “allahuekber”i dilinden kalbine indirmeye çalış. Sakın telaşlanıp kendini altından kalkılmaz dil kalabalıklarına, binlerce binlerce ezbere mahkûm etme daha baştan… Önce durul, namazın sükûnetini dinle... Çevreni temizle. Namaza kalktığın zaman, yeryüzünün bütün gürültülerini sustur, işleri durdur, yollardan ayrıl, kenara çekil. Ruhunun yanına park et, kalbinin ahengsiz çırpınışlarına mola ver. Kapat kapıları; başkalarını alma içeri; dudaklarını kapat yalana, boş söze... Lüzumsuzlukları terk et, silkele üzerindeki şehrin görünmez tozlarını, cebinden boşalt sahte paraları, elini göğsüne sokup alıp verdiğin nefesi, kâinatın o en eşsiz, en görkemli ahengini farket. Yüzünü fenaya çevirmekten, ümitsizliğin karanlıklarında tüketmekten, gözlerini harama bakmanın kirinden, dilini yalanı/yanlışı dillendirmekten, dudaklarını boş sözlerin tozundan yıka, temizle. Ellerini şerre alet olmaktan yıka. Başını şu fani dünyada Rabbinin aziz bir misafiri olma şerefiyle meshet. Topuklarla birlikte ayaklarını da dünyadan yıka; seni yükselteceğini sandığın şeyleri ayaklarının altından çek. Namazın eşiğinde doğrul yeniden. Orada En Sevgili’nin en çok sevdiği halde olduğunu hatırla. Orada En Sevgili’nin en çok sevildiği hale büründüğünü bil. Kâinatın sahibinden, kalbini kudret elinde evirip çeviren Rabbinin en sıcak, en taze aferinini alıyorsun şimdi. Duyuyor musun? Bedenini pak eyle... Bedenini, elbiseni, namaza durduğun yeri temizle. Güzel bir kokuyu koklar gibi bedeninden sıyrıl, teninden ruhuna taşın. Mevki ve makamını yansıtan her türlü elbiseyi çıkar üzerinden. Irkınla övünmeyi bırak, kavminden ayrıl, ülkeni terket, varsa, müdürlükten istifa et. Sadece seccadenin yöneldiği yere yönel; bulunduğun yerin ihtişamından sıyrıl. Sadece yüzünün döndüğü yerde ara itibarını, kalbini Kâbe’nin eteğine bırak. Kıbleyi bulduğunda, başka türlü endişelerden yüz çevir. Her yanını saran kaygıları, korkuları, hüzünleri, abdest suyunun alıp götürmesine izin ver. Dağılan gönlünü geri topla, uçurduğun huzuru geri çağır. Gamı sil göğsünden, dünyalıkları yıka elinden, benliğini düşür yakandan. Öylece temizlen.... Ayıplarını kapat.. Her mescide gelişinde “güzel elbiselerini giyerek gel” (el-A'râf, 7/31) Ne kadar örtünürsen örtün, kendini Rabbinden gizleyemezsin. O bilir içinin içindekini. O bilir niyetini. O bilir kendine sakladığını ve kendinden sakladığını. Başkalarına görünür olmak için kılma namazını. Başkalarının gözlerinden kaç. Başkalarının takdirinden uzaklaş. Niyetinin vadisine koy kalbini. Rabbe yöneldiğin köşe, kendini başkalarından gizlediğin yerdir. Rabbine yüzünü çevirdiğin seccade, kendi kendine kaldığın demdir. Nedir avret, ne demek avret yerini örtmek? Göründüğün gibi olamadığın kadar ayıpların var, göründüğünden geri kalan her oluş avret yerindir senin. Şimdi herkesin takdirinden uzak, tüm vitrinlerin parıltısına küs, her türlü gösterinin uzağında, seccadenin kuytusunda iken, kendi kendine sarılmışken, elini elinin üstüne koyup kendini kuşatmışken, yüzünü fanilerden dönüp sonsuza çevirmişken, diz çöküp benliğini büyüklemekten vazgeçmişken, eğilip doğru olmaya azmetmişken, secdede varlığını sıfırlayıp kendini aşmışken, avret yerlerini ört; yani, kendine sakladığın, kendinden sakladığın eksiklerini, ayıplarını, kusurlarını, herkesten gizlediğin hallerini yok et, ört. Herkesin huzurunda hesap verecek, kimseden utanmayacak bir hâl elbisesine bürün.. İki yakanı bir araya getir; olduğun hali göründüğün hale yanaştır. Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine yanaştır; dilinle söylediğini kalbinle de söyle. Dikiş tutmuyorsa şayet, söylenmeyi bırak, sus, kalbinden geçmeyeni diline değdirme... Kalbini kıbleye bırak... Kalbini çokluğun perçemlerinden kurtar... Seni dünyaya doğru çekiştiren cezbeleri düşür yakandan. Seni yokluğun kuyusuna çeken kaygılardan uzaklaş. Seni uzaklara savuran rüzgârları sustur. Ruhunu ayrılıkların uçurumuna sürükleyen hüzünleri sil. Dünün hüzünlerinden yüz çevir. Yarının korkularını unut. An’ın içinde var et kendini yeniden. Yüzünün her noktasına her an rahmetinin güneşini değdiren Yaradan, kutlu nazarında ağırlıyor seni. Tebessümlerinin en güzel en tatlı hediye olduğunu söyleyen En Sevgili, âşinası olduğun, sıcağını özlediğin yüzlere çeviriyor yüzünü. Her şeyin alçaldığı, her işin meyvesizleştiği, her yüzün kirlendiği bu çağda, kıble kalbinin adımlayacağı kırmızı halı gibi serildi önüne. Seni özel eyleyen, seni biricik bilen Rabbinin rızasına yönel. Şehrin telaşlarını, dünyanın çekip çekiştirmelerini, günübirlik sevdalarını kıblenin kırmızı halısına adım atar atmaz uzaklara at. Kalıbını tuttuğun gibi, kalbini de tut kıblede. Her secdede Kâbe’ye değdir alnını. Yöneldiğinde, Kâbe’nin analık ettiği nurlu sütunun önünde ağırlanan aziz bir misafir bil kendini. Vakti kaçırma... Vakte dikkat et... Sabahın buğusunu değdir göğsüne, yapraklarında taze şebnemler ağırlayan bir gül gibi aydınlığa uyan. Göz kapaklarını araladığında seni nice aldanışlara düşüren düşlerden uyandığın gibi gönlünü de aç ki kalbinin ufkuna nice muştu güneşleri doğsun. Ellerinde dualar kelebekler gibi uçuşsun. Kimliksiz, isimsiz, önemsiz bir nutfenin ana rahmine tutunup insan olmaya yolculanması gibi, sen de var-yok arası varlığını, vefasız dudaklar arasında silinmeye ayarlı adını, bir mezar taşının insafına kalacak hatırını, Rabbinin rahmet kucağına bırak... Dünyanın güneş gibi başına dikilip sözüm ona sahiciliğini, kalıcılığını sımsıcak kalbine düşürdüğü öğle vakitlerinde, telaşlardan sıyrıl, oyunlardan uzaklaş.. Ellerini kaldır tekbire, O’nu büyüklerken başka her şeyi küçük bil. Önemini O’na yönelmekte bil. Şimdilik burada olduğunu, ama ‘şimdilik’ olduğunu hatırla... Terkedeceğin gölgelerde, seni terkedecek gölgelerde oyalanma.. Bir tekbir ile dünyayı arkana at. Elinin tersiyle geride bırak gündelik sevdaları... “Oynamıyorum!” de. Seni herkesle ve her şeyle buluşturacak Rabbinin sılasına yönel. Yol açık, yola çık... Gölgen uzadığında yeryüzündeki varlığının da azaldığını hatırla. Ne çok hatıran varsa, o kadar az ömrüm kalmış demektir... Gölge gibidir yaşanmışlıklar; onlar ardın sıra uzanıp çoğalırken ömürden nasibinin azaldığını haber verirler. Gölgelerin uzadığı ikindinin hüznüne, ihtiyarlığın habercisi gibi bak.. Şakaklarına kar yağan adamların toprağa yönelen yüzlerini giyin... Bedenini taşıyamayan acuzelerin kalplerine devşirdiği tesellilerin ardına düş. Hüsrana uğrayanların en sonunda yaşayacağı pişmanlığı düşür göğsüne.. Akşam vakti erişince, ufuklara kan ağlatan vedaları taşı yüreğine... varlık güneşin battığında seni sen eyleyecek yıldızlar besle namazın göğünde.. Sensiz batacak güneşleri düşün. Senin umarsızca batırdığın güneşlerin her biri, bir gün sensiz ve umarsız batacak güneşi ateşliyor gizlice.. Bunu bil ve bil ki namazını son namazınmış gibi kıl.. Yatsı vakti, suskunun üzerine çekilen yeni bir susku gibi geceyi kalbinin üstüne yayar. İçinin fısıltısına yanaştırır kulaklarını. Yüreğin boş sevdalardan boşanır. Göz kapağının tenine değdiği titrek çizgiye doğru çekilir varlığın. Sükûnetin nabzını doldurur gece. Varlığın kıpırtısı biter. Eşyanın kanı çekilir. Şehir yüzünü senden çevirir. Işığın seni uzaklara dürten cezbesi söner. Yatsı dudağını dudağına kilitler. İçinin kıpırtılarına dön yatsı vakti. Ölümün toprağı suskular çekmeden nefesine, şimdi alıp verdiğin her nefeste Rabbinin hatırını saydığını bil öylece yönel O’na... Dünyaya veda vaktidir yatsı vakti. Gün gelecek, yaşaman fazladan görülecek, ölümüne hiç kimse şaşırmayacak. Senin için ömrün gecesi başlayacak. Zaman siyah bir tül gibi üzerine örtülecek... Varlığının kalp atımları zayıflayacak. Heveslerin dünyadan yüz çevirecek. Öyle bilerek var secdeye... Benliğini sıfırla... Kaygılarının kışını erit secdenin sıcağında..

HAFTANIN HERGÜNÜNE BİR DUA!


PAZAR GUNUNUN DUASI*********************RABBIM!
KALPLERI BIRBIRINE ISINDIRAN SENSIN..IZZETINLE, ANCAK KENDI MUHABBETINE SAKLADIGIN KALBIMI;HIKMETINLE,ESIMIN KALBINE DE ISINDIRIYORSUN.SENDEN EMANET ALDIGIMIZ KALPLERIMIZI,YINE SANA TESLIM EDIYORUZ.KALPLERIMIZI KARARTMAMIZA IZIN VERME,KALPLERIMIZDEN SENI SEVMEYE YOLLAR AC,BIRBIRIMIZE OLAN SEVGIMIZI,SENI SEVMEKLE COGALT,BENI VE ESIMI,SENI SEVDIREN VE SENINLE SEVINEN BIR SEVGIYLE DONAT!INSAALLAH...AMIN!...
PAZARTESI GUNUNUN DUASI************************RABBIM!
GORUYORUM KI SEN, OLMUS YERYUZUNU HER BAHAR YENIDEN DIRILTIYORSUN...KUDRETINLE,KURUMUS KEMIKLER GIBI AGACLARI, CICEK CICEK TEBESSUM ETTIRIYORSUN..YAPRAK YAPRAK URBALARLA BEZIYORSUN,MEYVELERCE HEDIYELERLE SEVINDIRIYORSUN,TOPRAGA DUSUP,GOZLERDEN UZAK OLAN TOHUMLARI,YENIDEN GUN YUZUNE GETIRIYORSUN...SEN BIR BAHARI,BIR CICEGI YARATIRCASINA KOLAYCA YARATTIGIN GIBI;ESIMIN GETIRDIGI HER GULDEN,BIR BAHAR TAZELIGINDEMUTLULUKLAR YARAT BANA,YUZUMDE BIR GUL GIBI ACTIRDIGIN, HER GULUCUKTENESIMIN GONLUNE GUL BAHCELERININ ITIRINI YAY...YILLAR GECTIKCE UZERIMIZE COKEN PUSLU HAZANLARIN ETKISIYLE,UNUTKANLIGIN RUZGARINDA SAVURUP,DAGITTIGIMIZ INCELIKLERIMIZI,KALPLERIMIZIN KUYTULARINDA UNUTUP,KARANLIGA BIRAKTIGIMIZMUHABBET SOZLERIMIZI ;TOHUMLAR GIBI FILIZLENDIR,CICEKLER GIBI SUSLE,YAPRAKLAR GIBI TAZELESTIR,MEYVELER GIBI TATLANDIR...INSAALLAH....AMIN!...
SALI GUNUNUN DUASI*******************ALLAH'IM!
BIZE OGRETTIGIN GIBIBABAMIZ ADEM (AS) VE ANAMIZ HAVVA'YI CENNETTEN,SEYTANIN ALDATMACALARINA KANDIKLARI ICIN CIKARDIN...ELBETTEKI BU,SENIN TAKDIRINDIR,HASHA,SEYTANIN KEYFINE KALMIS BIR IS DEGILDIR...BILIYORUZ KI,BU SAYEDE ,ANCAKHAK EDENLER SENIN YAKINLIGINA KAVUSACAKTIR,IYI ILE KOTU BIRBIRINDEN AYRILACAKTIR....CENNETINDEN SABIRSIZLIGIMIZ YUZUNDEN CIKARILDIK,TEMBELLIGIMIZ YUZUNDEN GERI DONEMIYORUZ...RABBIM!BENI VE ESIMI DE,BU DUNYADAN CENNETE DONMEK ICIN,BIRBIRINI HAYRA KANDIRANLARDAN EYLE!SABIRSIZLIGIMIZ YUZUNDEN BIZI BIRBIRIMIZDEN UZAKLASTIRMA!SABIR VER BANA KI,ESIMI MUHABBETIMIN VE SEFKATIMIN CENNETINDE AGIRLAYAYIM!TEMBELLIKTEN UZAK TUT BENI KI,ESIMIHIC SEBEPSIZ SEVINDIREYIM,HIIIC KARSILIK BEKLEMEDEN SEVEYIM!INSAALLAH...AMIN!
CARSAMBA GUNUNUN DUASI************************ALLAH'IM!
BILIYORUM KI SEN,RAHMETINLEIBRAHIM'IN (AS) TENINI ATESE YAKTIRMADIN...BEN DE IBRAHIM (AS) GIBI SANA TESLIM OLMAYA NIYETLENMIS BIR KULUNUM..BESBELLI KI NEFSIMIN NEMRUTLUGU ILEIBRAHIM (AS) KADAR BASA CIKABILMIS DEGILIM,GORUNEN O KI,KOLAYCA DA BASA CIKAMAYACAGIM...NEFSIM,ICIMDE SIK SIK INATCILIGIN ATESINI KORUKLUYOR,KALBIMI KISKANCLIGIN ALEVLERINE SAVURUYOR...NASIL KI IBRAHIM (AS) SENDEN ATESI SONDURMENI ISTEMEMIS,AMA BU ATESIN ICINDE KALARAK, KURTULUS ISTEMISTI...KULUN VE ELCIN IBRAHIM (AS) BILIYORDU KI,SENIN KENDISINE SELAMET VERMEN,ATESIN SONDURULMESI SARTINA BAGLI DEGILDIR.RABBIM!SIMDI SANA,KULUN VE ELCIN IBRAHIM'IN (AS)TESLIMIYETI HATIRINA YAKARIYORUM KI,BENI,FITRATIMA,SONSUZ HIKMETININ GEREGINCE YERLESTIRDIGIN,INATCILIGIM VE KISKANCLIGIMLA BIRAKSAN DA,BU DUYGULARIMI BENIM VE ESIM ICIN "SERIN VE SELAMETLI" EYLE!KISKANCLIGIN VE INATCILIGIN ORTASINDAN BIZI,MUTLULUGUN VE SADAKATIN GUL BAHCELERINE ERISTIR!....INATCILIGIMI;EVLILIGIMI YURUTECEK ISTIKAMETLI BIR KARARLILIGA,KISKANCLIGIMI;EVLILIGIMI KORUYACAK SAGLAM BIR KALKANA DONUSTUR!...INSAALLAH...AMIN!
PERSEMBE GUNUNUN DUASI************************RABBIM!
BILIYORUM KI SEN,KUDRETINLEMUSA'NIN (AS) ASASININ DOKUNDUGU TASLARIN BAGRINDAN BILLUR SULAR AKITTIN..BEN DE, MUSA (AS) GIBI SENI,SUSKUNLUGUN COLLERINDE ARAMAYA CABALAYAN BIR KULUNUM.KULUN VE ELCIN MUSA'NIN(AS) ELINE KATI TASLARI YUMUSATIP,YASLAR DOKTUREN BIR ASAYI VERDIGIN GIBI,BENIM DE BAKISIMA VE DURUSUMA ,ESIMIN KALBINI YUMUSATACAK,DILINDEKI DUGUMLERI ACACAK ESRARI BAHSET!SEN BANA ESIMIN KALBINDEN,SEFKATIN YUMUSAKLIGINI TATTIR!ESIMIN DILINDEN, ASKIN SERINLIGINI TASIR!BENI VE ESIMI,ANLAYISSIZLIGIN COLUNDEN,MUHABBETIN DENIZINE ERISTIR!BENI VE ESIMI,KALBIMIN KIYILARINA ERISMEKTEN ALAKOYAN ,NEFIS FIRAVUNUNU KENDI HIRSININ DENIZINDE BOG!BIZE COK SEYE SAHIP OLMAKLA MUTLU OLUNACAGINI TELKIN EDEN,DAHA COK TUKETMEKLE HUZUR BULUNACAGINI HAYKIRAN,TUKETIM SIHIRBAZLARININ YALANLARINI,KANAATKARLIGIMIZIN YUTUP,YOK ETMESINE IZIN VER!INSAALLAH...AMIN!...
CUMA GUNUNUN DUASI********************RABBIM!
BILIYORUM KI SEN,RAHMETINLEISA'YA(AS) OLULERI DIRILTME MUCIZESI BAHSHETTIN.KALPLERI OLMUS VE INANCLARI YOZLASMIS BIR TOPLUMU,IHYA ETMEK ICIN,CURUMUS TENLERE TAZELIK BAHSHEDEN TECELLILERINI,ELCIN VE KULUN ISA(AS) UZERINDEN GOSTERDIGIN GIBI,BANA DA,ESIMIN ASKINI CANLANDIRACAK ASK VER!DOKUNUSLARIMA ISA'YA(AS) BAHSHETTIGIN DIRILTICI SIRDAN BAHSHET!ESIMI SEVMEK VE SEVINDIRMEK ICIN CEKTIGIM SANCILARI,Hz.MERYEM'IN SANCISI GIBI BIR ISA'YA(AS) ANALIK EDECEKBEREKETLERE SEBEP EYLE!NEFSIMIZE UYMAKLA HEBA ETTIGIMIZ GUNLERIMIZI,SENI ANMAKLA YENIDEN IHYA ET!GIYBET VE BOS SOZLE YAKTIGIMIZ SEVAPLARIMIZI,TEVBE VE OZRUMUZ SEBEBIYLE,BIZE IADE ET!ETTIGIMIZ KOTULUKLERI,ICTEN BIR PISMANLIKLASANA DONME VESILESI EYLE DE,RAHMETININ DOKUNUSUYLA,IYILIKLER OLARAK HESAP ET!INSAALLAH...AMIN!
CUMARTESI GUNUNUN DUASI*************************RABBIM!
SEN KI,KULUN VE RESULUN,HER TURLU SEVGI VE MUHABBETIN SEBEBI VE VESILESI OLAN,MUHAMMED'E(SAV);KOCASI HAKKINDA FISILTIYLA KONUSAN KADININ SESINI ISITTIGINI KITABINDA ACIKCA SOYLUYORSUN."MUHAKKAK KI ALLAH......KADININ SESINI ISITTI"BENI,BENIM KENDIMI ANLADIGIMDAN DAHA IYI ANLAYAN,YALNIZ SENSIN!BENI,BENIM KENDIMI SEVMEMDEN ONCE DE SEVEN SENSIN;ESIM HAKKINDA DILE GETIREMEDIGIM,DILE GETIRMEKTEN CEKINDIGIM,YUREGIMIN ODACIKLARINDA TEREDDUTLE SAKLADIGIM,NE KADAR HAYIR DUA VARSA,SEN KABUL ET!BENI,BENIM SOYLEDIGIMDEN DAHA FAZLASIYLA ANCAK SEN ANLARSIN!HALIM SANA AYANDIR,DILIMDEN GELEN ANCAK BU EKSIK BEYANDIR!INSAALLAH...AMIN!***********************DILIMIZE DEGDIGI ANDA GOKLERE AGAR SOZ,NEFESIMIZE KARISIR KARISMAZ,KALBIMIZI SONSUZA TASIRIR,HER DUA AVUCUMUZA DOKUNUR DOKUNMAZ,KELEBEK GIBIBAHARA TASIR TENIMIZI...DUA SOZUN SOZDEN OTE KONUSMASIDIR,DUA KALBIN ALLAH ILE SOYLESMESIDIR!DUA ILEUMUT EDILENALINIR ILLE DE !

gel efendim..


GEL…

Güneş mi doğar; hayır bu Senin gelişindir gel Bu evreni evren, toprağı toprak kılmak Senin işindir gel Topraklar ve dudaklar çatladı nasıl ansınlar adını Rahmet kıl ey Sevgili bir damla su gönder gel Kavruldu çiçekler menekşe boynun büktü binlerce yıl Böylece Seni ve buyruğunu bekledi artık gel Taşlar taş olmaktan bıktı toprak toprak olmaktan Kurduğumuz bunca yapılar çöktü çökecek gör gel Güç ne etsin soluk ne etsin Senden gelirmiş hepsi Acı bu son soluktur bir bengisu ver gel Güneşi gönderme bize ey Sevgili Sen doğ Bizi ısıtamaz oldu artık başka güneşler gel Yetmez mi bekleyişler gül tomurcuklarının Ne bülbül ne gül kaldı gelmedi bahar gel Güller yine tomurcuktur, izin ver açsınlar Günlerce gül yüzün görmek için bekler gel Seni nasıl çağırsak, bize ses ver ey Biz bunca toplandık, bunca yürek Seni bekler gel...

Güzel Konuşma Kuralları


Güzel Konuşma Kuralları
1. Dinleyiniz. Doğru ve güzel konuşmanın ilk şartı dinlemesini bilmektir. Siz dinlemesini bilirseniz, bu alışkanlığın sirayeti yoluyla herkes dinlemesini bilir ve siz de dinlenen bir konuşma yapabilirsiniz. Dinlenmeyen, gürültülü, ilgisiz bir yerde güzel konuşma da yapılamaz, orada konuşmanın da tadı olmaz.
2. Doğru ve güzel konuşmanın ikinci şartı, onun sağlam ve sistemli bir fikre dayanmasıdır. Konuşarak düşünme yerine, düşünerek konuşma esas olmalıdır. Boş konuşulmamalıdır.
3. Konuşmanın hazırlıklı bir sunuş konuşması olması durumunda hazırlığın usulüne göre yapılması ve konuşmanın planlanması şarttır.
4. Konuşma ne bıktıracak kadar ağır, ne de makineli tüfek gibi süratli olmalıdır.
5. Konuşma ile nefes alıp verme ahenkli olmalı, nefessiz ve nefes nefese konuşulmamalı, nefeslenme sesi hissedilmemelidir.
6. İnsanın kişiliğini yansıtan sesin konuşmada önemli bir unsur olduğu unutulmamalıdır. Zira ses dalgınlık, korkaklık, aptallık, mahcupluk, kibirlilik, tatsızlık, bünyece zayıflık vb. birçok özellikleri ortaya koyar. Kaba, pürüzlü, sert, haşin, hım hım, genizden gelen, ince sesler dinleyenler üzerinde iyi bir etki bırakmaz.
7. Konuşmada ses tonu sözün, fikrin ve duygunun mahiyetine uygun bir tarzda ayarlanmalıdır. Sesin duyguları yansıtmaya, heyecanları duyurmaya, her anlamı ifadeye elverişli olması ve yerine göre tonunu değiştirmesi de konuşanın başarısı için önemli bir etkendir.
8. Konuşmada mümkün olduğu kadar zengin bir kelime kadrosu kullanılmalı, sınırlı bir dilden, tekrarlanan belli kelimelerden kaçınmalıdır.
9. Konuşmada kelimeleri doğru söylemeye özen gösterilmelidir. Telaffuzun şive ve ağız özellikleri taşımamasına çalışılmalı, edebi dil, kültür dili ile konuşmaya gayret edilmelidir.
10. Konuşma veciz denecek şekilde ölçülü olmalı, mana ve fikir ile söz arasında seçkin bir uyum olmalı, söz fikri tam ihata ve ifade etmeli, fikir sözü tam doldurmalı, ondan taşmamalıdır. Söz konuya ve mekâna, duruma uygun düşmelidir.
11. Konuşmada söz açık ve seçik olmalı, anlaşılır ve tatminkâr bir vasıf taşımalıdır.
12. Konuşmada cümleler düzgün olmalı, cümle yanlışı yapılmamalı, uzun cümlelere tam hakimiyet yoksa mümkün olduğu kadar kısa cümle tercih edilmelidir.
13. Konuşmada doğrunun yanında güzel de ihmal edilmemelidir. Bunun için sanatkârane bir dil ve ifade kullanılmalı; benzetmeler, mecazlar, başka anlama gelecek kelimeler, imalar, tezatlar, tekrarlar, parlak anlamlar, abartmalar, kişileştirmeler, çift anlamlı ve benzer kelimeler, paralellikler, ünlemler, hitaplar, örnekler, fıkralar gibi çeşitli söz ve anlam ustalıklarına yerli yerinde müracaat olunmalıdır.
14. Konuşmada inandırıcı olmaya dikkat edilmeli, bunun için konuştuğuna önce kendisinin inandığını ispat eden bir üslup ve tavır ortaya konmalıdır.
15. Konuşmada mimik ve jestlerden; sözün ve fikrin âhengine uygun bir şekilde ve ölçülü olarak, şuurla istifade etmelidir. Ses kadar, vücudun da canlı olması, bezgin, isteksiz tavırlar takınmak, hatta yerine göre anlamı bakışlarımızla da ifade etmek dinleyenlerin ilgisini çeker.
16. Konuşmada tek bir noktaya değil, dinleyenlerin hepsine ve her tarafa bakacak şekilde ölçülü ve kavrayıcı bir hitap tarzı seçilmelidir.
17. Konuşma ne doyurmayan bir kısalıkta ne de sabır taşıracak bir uzunlukta olmalıdır.
18. Konuşmada dinleyenlerin nabzı tutulmalı, konuşmanın dozu dinleyenlerin tepkilerine göre ayarlanmalıdır.
Dinleyiciler, adeta bitir de gidelim diyen yalvaran gözlerle size bakmaya başlamışlarsa sözü fazla uzatmadan konuşmayı toparlamakta fayda vardır. Dinleyenlerin bakışlarından yapılan bu konuşmadan haz aldıkları seziliyorsa konuşma aynı canlılıkta örneklerle biraz daha genişletilebilir.
Güzel konuşma kurallarını kısaca özetlemek istersek:1. Dinleyiniz.2. Az konuşunuz. Şu nükte düşündürücüdür:
Bir bilgeye sormuşlar:- Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız?- Konuşmasından.- Ya hiç konuşmazsa?- O kadar akıllı insan yoktur ki.
3. Çok az şaka yapınız.4. Zarif iltifatlarda bulununuz.5. Dedikodu yapmayınız.6. Övünmeyiniz.7. Muhatabınıza önem veriniz.8. Kaba ve argo sözlere yer vermeyiniz.9. Söyleyişe dikkat ediniz.10. Konuşmanızı yerine, kişisine ve zamanına göre yapınız.11. İçtenlikten uzaklaşmayınız.12. Kendinize güveniniz. Rahat olunuz.13. Sözü gereksiz yere uzatmayınız.14. Ses, konu ve anlam uyumuna dikkat ediniz.

Nasıl dahi olursunuz?


Nasıl dahi olursunuz?

İşte dünyanın en akıllı adamının 'dahi' olabilmek için meraklılara sunduğu reform paketi:
* Bir şey söylemek zorunda kaldığınız zaman kesinlikle çekinmeyin. Sizi sınırlayan çevrenizin düşüncesini aşın. Rezil olmaktan korkmayın.
* Bugüne kadar öğrendiklerinizi rafa kaldırın ve dünyayı kendiniz görüp, tanıyın. Hayatınızda insanların ne dediğine değil, kendinizin ne söyleyeceğine öncelik verin.
* Kendi reformunuzu kendiniz yapın. Birileri siz farklı davranıyorsunuz diye gülüyorsa, unutmayın ki doğru yoldasınız.
* Hiçbir şeyin gerçeğinin hayalinden daha güzel olmayacağını unutmayın. Hayallerinizi gerçekleştirmenize engel olan tek şey kalıplardır.
* Düşündüğünüz bir projenin hayata geçme olasılığını yüzde 5, 10 olarak düşünmeyin. Bir düşüncenin gerçekleşme ya da gerçekleşmeme olasılığı yüzde 50'dir.
* Sıra dışı düşünün. Başlangıçta bu saçma gelebilir. Ama 'karpuz' ve 'bıçak' nesnelerini beraber düşünürken; bıçakla karpuzu kesmek yerine, 'bıçağın ucunda karpuz çevrilebilir mi?' sorusunu düşünün.

Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatabiliriz?


Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatabiliriz?

HEKİMOGLU İSMAİL

Çocuk bembeyaz bir kâğıt gibi dünyaya gelir. Bu kâğıda yazılacak yazılar, ebeveyne aittir. Hakla batılı ayıramaz. Ebeveyni de aynı şekilde yaşıyorsa, çocuğun ismi Müslüman, hayatı başka türlü bir insan yetişiyor demektir. Her çocuk cennetlik olarak dünyaya gelir.
Çocuğun hayatı bir denklemdir. Akrabalar, komşular, arkadaşlar, basın ve yayın gibi daha pek çok şey çocuğa kötü şeyler söyleyebilir. Yalnız anne ve baba çocuğa her zaman iyiyi ve doğruyu gösterebilir.

Çocuk, sadece kulağından değil gözünden de terbiye olur. Yani duyduğunu değil, gördüğünü yapar. Yıllar önce çocuk terbiyesiyle ilgili bir kitap neşretmiştim. Onu alanlardan birisi dedi ki: "Bunu oğluma vereyim de okusun." Halbuki biz o kitabı ebeveynler için hazırlamıştık!

Bazı ağaçları aşılayarak daha iyi meyve vermesi sağlanır. Çocuklarımız bir fidandır. Onlara dünya nizamının en iyi dalını aşılamak lazım. Aşı tutmazsa, fidan yerinde duruyor, tekrar aşılanabilir. Aşının tutmamasının sebebi, çiftçinin hatasıdır.

Öyle ebeveyn de var ki, bahçede kavak büyüyor, evde çocuk büyüyor... Çocuğun yetişmesi için her şeyden önce anne-baba yetişmiş olacak. Çocuğunun iyi olmasını isteyen ana-babanın önce kendisi iyi olacak.

Mukayeselerle, kainattan misallerle çocuklarımıza Allah'ı anlatabiliriz. Çocukla hoşlanacağı ortamda bir arkadaş yakınlığında sohbet edilebilir. Hem o günü hem de anlattıklarınızı bir daha unutamaz... Mesela çocuğumuzla birlikte dolaşırken neler konuşabiliriz?...

Binlerce çeşit bitki ve hayvanı kim yaratmakta, büyütmekte ve beslemektedir? Her birine kendine has elbiseler giydirmekte, onun yiyeceği gıdaları hazırlamakta ve her cinse ait bir yaşama şekli vermektedir? Salyangozun elbisesi ile kurbağanınki arasındaki farkı, atın yiyeceği ile kurdun yiyeceğini düşününüz. Ördeklerle, tavukların yaşama tarzları başkadır. Papatyalarla, çınarları ve diğer meyveleri hayal ediniz. "Biz Allah'tan çok uzak olsak da, Allah bize çok yakındır" hususunu güneş misali ile izah etmek mümkündür. Güneş ışıkları üzerimizdedir; sanki güneşin eli bize dokunmaktadır.

Bir derenin üzerindeki kabarcıklara dikkat ettiğimizde, her kabarcığın içinde bir güneş olduğu görülür. Kabarcıklar gider, gelen yenilerinin içinde yine güneş vardır. Bu durum gösterir ve ispat eder ki, daimî duran bir "güneş" var. Gelen her kabarcık, bu güneşe ayna olmaktadır. Başımızı yukarıya kaldırmasak da, bu hakikati anlamamız mümkündür.

Küçücük sinekteki sanat, Ay'ın Dünya etrafında dönmesinden daha basit değildir.Yıldızları, gezegenleri gökyüzüne takan kim?

Tohumu toprağa ekiyoruz, koskoca ağaç oluyor, meyve veriyor. Her meyvede bir çekirdek, her çekirdekte koskoca ağaç... Peki ilk tohum nasıl meydana geldi?

Vücudumuz ne kadar mükemmel bir fabrika! Her organın ne vazife yapacağı çok iyi belirlenmiş. Mesela kalp dakikada ortalama ne kadar atacağını, ne kadar kan pompalayacağını, böbrekler ne kadar kanı temizleyeceklerini, vücuttan ne kadarını dışarı atacağını nereden biliyor?

Şunu kat'i olarak bilmeliyiz ki, İslam dinini öğrenmek, anlamak, yaşamak bizim vazifemizdir. Fakat eşimiz, çocuğumuz ve annemiz de olsa yakınlarımızın İslam'ı öğrenip yaşamaları Allah'ın takdir edeceği bir şeydir. Bir şahsın diğer biri tarafından uyandırılmasına irşat denirse, kulun görevi tebliğdir, irşat Allah'a aittir.

Bazı kimseler yakınlarını mutlaka İslam esasına uydurmaya çalışıyor. Şunu unutmamak lazımdır ki, birçok peygamber, yakınlarını irşat edememiştir. Bu hal, onların peygamberliklerine zarar vermemiştir.

Bizim vazifemiz ise, İslamiyet'i her şartta yaşamaktır.

Firavun'un Büyücüleri


MUSTAFA İSLAMOGLU
ŞUARA 29: Firavun Musa'ya dedi ki: Eğer sen benden başka bir tanrıda ısrar edersen, seni kesinlikle zindanda çürütürüm.
Hatırlattıkları: Her çağın Firavun'u, Tanrı'dan rol çalmaya kalkan sahtekârlardır. O sahtekârların sırtından geçinen bir yığın Firavuncu görürsünüz. Her Firavun'un bir Musa'sı vardır. Günümüzde de değişen bir şey yoktur. Alet değişir, adet değişmez…
ŞUARA 35: Firavun dedi ki: Musa büyüsüyle sizi kendi ülkenizden atmak istiyor.
Hatırlattıkları: Her Firavun, otoritesini sorgulayan herkesi ülkenin bekasına yönelik “birinci tehdit” ilan eder. İlk çığlık: “Vatan elden gidiyor!” çığlığıdır. Aslında elden giden vatan değil, Firavun'un ayrıcalıkları, sahte tanrılığı ve çıkarlarıdır. Bunu “ayrıcalıklarım elden gidiyor”, “maskem düşüyor”, “çıkarlarım zedeleniyor” diyemeyeceği için, “vatan elden gidiyor” makamında duyurur.
Yeni gibi görünse de Firavun ve Firavunluk kadar kadim bir taktiktir.
ŞUARA 41-42: Firavun'un emriyle toplanan büyücüler Firavun'a dediler ki: Şayet biz galip gelecek olursak bunun bize kazandıracağı bir çıkar olmalı değil mi?
Firavun dedi ki: Elbette! Siz bu sayede benim himayeye mazhar yakınlarım arasına gireceksiniz!
Hatırlattıkları: Firavun'un büyücüleri, ülkenin en tanınmış bilginleriydi. Kimya, simya ve fizik gibi bilimleri kullanarak illüzyon yapıyorlardı. Mesela içine cıva doldurulmuş derileri ısınmış bir platforma koyarak hareket eden bir canlı görüntüsü elde ediyorlardı.
Millet yutuyor muydu? Yutan yutuyordu. Yutmayan da Firavun'un korkusundan yutmuş görünüyordu. Kral çıplak diyecek kadar cesur olanlar da “Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik” deyip oyunu bozuyordu. Onlar en çok oyunu bozanlara bozuluyorlardı.
Firavun gibi bir zorbanın sorgulanmaz iktidarını uzatmanın bir ödülü olmalıydı. Sihirbazların bu işi “Allah rızası için” yapmadığını bilmek için müneccim olmak gerekmez. Onların derdi çıkarları. Haklı olarak “Musa'yı alt edersek bize ne var!” dediler. Firavun onlara “himayeye mazhar yakınlardan” olmayı, yani ayrıcalık vaat etti.
Eski Mısır'da krallık kanunu gereği Firavun'a dokunan öldürülürdü. Çünkü o “Amon-Ra”nın yeryüzündeki temsilcisi ve oğluydu. Yani “Tanrı” idi. Tanrı'ya dokunulamazdı. Dokunan ölürdü. Aslen Sudanlı siyah ırktan olan Firavun hanedanı, ufak tefek, 1.60 boyunda adamlardı. Fakat hiçbirinin bire bir heykeli yoktu. Hepsi en az aslının iki katı heykellerdi.
Tüm heykellerde istisnasız göze çarpan iki şey vardı: Göğüste çaprazlama kavuşturulmuş iki el, birinde zorbalığı temsil eden kamçı, diğerinde tanrılığı temsil eden halkalı haç. Böyle birine kim yakın olmak, onun sayesinde sayeban olmak istemez? Büyücüler buna tav oldular. Az şey mi; Firavun'un sayesinde dokunulmaz olacaklar. Sonrası mı? Sonra ne yaparsan yap, nasıl olsa kimse hesap soramaz.
ŞUARA 44: Ve Firavun'un büyücüleri halatlarını ve sopalarını platforma bıraktılar ve dediler ki: “Firavun'un gücü sayesinde galip gelecek olan biziz, biz!”
Yaa, işte öyle!
Neymiş? “Firavun'un gücü sayesinde” galip geleceklermiş! Bileklerinin gücüyle değil. Alınlarının teriyle değil. Emek verip hak ederek değil. Terazinin bir kefesinde Firavun'un kılıcı varsa, öbür kefesine Kaf Dağı'nı da koysan yerinden oynatamazsın.
Dünya tarihinde tüm Firavunluklar, hayatlarını Firavun'lardan çok, onların gücüne sığınanlara borçludur. “Firavunum için” diye kendilerini ortaya atarlar, aslında dertleri başkadır. Kendi çıkarlarıyla Firavun'un çıkarlarını tevhit etmişlerdir.
Firavun'un büyüsü bozulmasın diye, Firavun'un büyücüsü olmaya hazırdırlar. Üfürükçülüğün daniskasını yaparlar, Musa'ya üfürükçü yaftası asarlar. Akı kara, karayı ak gösterirler. Alçağı yüce, yüceyi alçak tanıtırlar. Suret-i haktan görünerek Şeytanlığın âlâsını yaparlar. İşleri güçleri illüzyondur. İblis'i İdris kılığına sokarak pazarlamada üstlerine yoktur. Mucize'ye “büyü, batıl inanç, üfürükçülük” diye arsızca iftira ederler de, Firavun'un büyücülerinin illüzyonlarını “mucize” diye yutturmaya kalkarlar.
ŞUARA 46-49: En sonunda Firavun'un büyücüleri hep birden yere kapanarak şöyle dediler: “İman ettik Alemlerin Rabbine! Rabbine Musa ve Harun'un!
Firavun dedi ki: Demek siz benim iznim olmadan ona inandınız, öyle mi? Anlaşıldı ki o sizin üstadınız: Bana muhalefetinizden dolayı ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, topunuzu asacağım!
Firavun'un gibi düşünmezsin ha! Gel bakalım öyleyse; ölümlerden ölüm beğen! Kur'an'ın kıssasının sonu güzel bitiyor: Firavun'un büyücüleri yola geliyor. Darısı onların son modellerine

Sordum, Neden?


Sordum, Neden?
Ali ŞERİATİ
Dedin ki: "Biz, bunlarla namaz kılmayız. Hz. Peygamber'in [s] mescidinde Müslümanlarla birlikte namaza durmayız. Otelimize gider, orada kendi başımıza ve kendi imamızın arkasında namazımızı kılarız!"

Baktım, oradakiler de, size, Mescid-i Nebevî'de namaz kılmaya layık olmayan mezhep mensupları gözüyle bakıyorlar! Kendi kendilerine soruyorlardı: "Bunlar, niye geldiler? Acaba, Peygamber [s] mescidinin içinde yüksek sesle Peygamber'in [s] ashabına, hatta hatta namusuna dil uzatıp çirkin sözler söyleyerek ihtilaf tohumları ekmeye mi geldiler?"

Aranızdaki ihtilaf sonucunda ortaya çıkan sömürü, Samirî'nin buzağısı adına ikinizin da sorularına cevap vermekte ve sizi birbirinize tanıtmaktadır! O, size şöyle demektedir: "Bu Sünnîler, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in düşmanıdırlar!" Sünnîlere ise şunları söylemektedir: "Bu Şiîlerin tümü, Hz. Ali'yi tanrı olarak kabul eden müşrik ve mühürperest kimselerdir. Onlar, Filistin'e düşmanlık ediyor ve mevcut Kur'an'ı eksik görüyorlar. Kur'an'ın yerine Mefâtih'ul-Cinân'ı benimsiyorlar, Kâbe yerine ise mezarları tavaf ediyorlar…"

Mekke'de çeşitli vesveselerin vardı. Sol omuzun, tam olarak Kâbe hizasında olmalıydı! Bir milimetre bile kayma olursa her şey boşuna gidebilirdi! Bu, o kadar önemli bir konu idi ki, erkeklerin çoğu, eşlerinin omzuna ellerini koyarak Kâbe’ye bakıyorlardı, tâ ki bu açıyı yakalayabilsinler! Sanki hac ibadeti, elektronik ve kompleks bir mekanik işlemdir, dolayısıyla da bütün aklı ve duyguları onun teknik ve fenni boyutuna vermek gerekirmiş gibi! Sanki bu formdan azıcık bir şaşma olursa her şey bitermiş gibi! Hâlbuki siz kendiniz "Peygamber [s], devenin üzerinde iken Kâbe'ye girdi ve o şekilde tavaf etti." demiyor musunuz?
Her zaman ve her yerde senin aklın ve hissiyatın teknik formalitelerde idi. Bin yıl 'nasıl' diye sordun ama bir defa 'niye' diye sormadın!
Mekke'de hep bu tür vesveselerle meşgul olduğun halde dört adım ötede Yahudiler, senin dindaşlarına katliam uyguluyor, onların evine tecavüz edip namussuzluklar yapıyor, çoluk çocukla birlikte evi havaya uçurup gidiyor fakat senin kılın bile kıpırdamıyor! Hatta bu konudaki haberleri bile dinlemeyip şöyle diyorsun: "Arkadaş, biz ne yapalım? Herkes kendisini kurtarsın! Zaten biz, uluslararası ilişkileri anlamayız! Ayrıca Filistinlilerin, Yahudilerden daha kötü olmadığı ne malum! Arap filmlerinin, ne kadar kötü olduğunu görmüyor musunuz? Onlar, bunu hak ediyorlar! Onlar, Şiî olmadıkları için Ehl-i Beyt'in âhını çekiyorlar! Bilin ki, her amelin bir karşılığı vardır!"
Aynı kafileden bir kişi şöyle diyordu: "Bir defasında battaniyemi kaybettim, ne kadar aradımsa bulamadım ve aramaktan vazgeçip yeni bir battaniye aldım, Arafat'a çıktım. Çaldırdığım battaniyemi orada buldum. Kenarlarından birine bir işaret koyduğum için benimki olduğunu anladım. Battaniyeyi alan adam, diğer tarafa dönük olduğu için iyice baktım gördüm ki, kenarlardaki bütün dikişleri açmış. Anladım ki ihram olarak kullanmak için öyle yapmış. Zira bilindiği gibi, ihramın dikişsiz olması dinî bir gerekliliktir. Baba, gördüm ki, bir cihad olan bu hac, mahşeri hatırlatan ihram ve İsmail'in kurban oluşundaki aşk bile seni battaniye ile ilgilenmekten alıkoymamıştır!"
Belki bunun, bir istisna olduğunu düşünüyor olabilirsin. Fakat sa'yda da benzer durumlarla karşılaştım. Sa'y mekânı ki, dinî duygulardan ziyade insanî duyguların öne çıktığı bir yerdir. Merhum Celal Âl-i Ahmed, bu yer hakkında şöyle demektedir: "İlk sa'yda herhangi bir şey hissetmedim. İkinci, üçüncü, derken yavaş yavaş tutuşmaya başladım. Daha sonra öyle bir heyecan, öyle bir duygulanma oldu ki, tahammül edemez duruma geldim ve bu halin benden gitmesi için başımı sa'yin duvarlarına vurmak istedim!" işte böyle bir yerde, sa'y halindeki iki müminin, şöyle konuştuklarına şahit oldum. Baktım hacı efendilerden biri, Hacer'in hatırasını yenilemek ve düşünmekle meşgul olması gerekirken arkadaşına şöyle diyor:

—Hacı falan, ben yeni bir şey keşfettim.

Koşan arkadaşı ona

—Ne keşfettin?

Bizim yaptığımız tavafu'n-nisâyı yapmayan Sünnîlerin işi zordur. Zira bu tavafı yapmayanların hanımları onlardan boşanmış sayılır. Bunların babaları ve anneleri de tavafu'n-nisâyı yapmadığına göre… Anlıyor musun ne demek istiyorum, hacı?

—Evet, aklınla bin yaşa! Yani diyorsun ki, bütün bunlar…! Ha ha ha…

Ben de sa'y yaptım. Orada benimle birlikte hacca gelen bilgili, sanattan anlayan ve hassas bir doktor, bana şöyle dedi: "Hacda nasıl bir derinliğin olduğunu ve İslam'ın, bu düşünce ve manalardan meydana geldiğini yeni anladım! Şimdiye değin, dinde bu seviyede bir tefekkür, hikmet, derinlik ve kültürün mevcut olduğunu anlamamıştım!" Bütün bu maneviyat, duygusallık, düşünce ve derinlikten şiddetli bir şekilde etkilenen bu doktor, haccın, insanın tabiatı ve yaşamı üzerinde etkili olduğunu düşünerek ciddi bir mesuliyet hissine kapıldı. Bundan dolayı da, her şeyi derin bir şekilde tefekkür etti, her ameli sordu ve haccın her boyutunun derin manalarla dolu olduğunu anladı.

Benim yakınımda sa'y yapıyordu. Derin düşünceler ve ince duygulara gark olmuştu. Çok ince ruhlu biriydi. Hac menasiki, duaları ve ziyaretleriyle ilgili olan bir kitapçığı açmış okuyordu. Ansızın hayretler içinde bana sordu: "Birileri buraya bir şey yazmış, tam olarak anlayamadım, acaba ne demek istiyor?"

"Ne yazmış?" diye sordum.

Dedi ki, şöyle deniyor: "Dördüncü sa'yda Safa Tepesi’nin dördüncü basamağına gidip şu duayı okusan zengin olursun!"

İnsanî değerler, ruhî güzellikler, bilgi, bilinç, sanat, iman ve aşktan anlayan özellikle de İslâm ve hac konularında henüz yeni güzellikler, derinlikler ve ilmî boyutlar keşfetmiş olan aydın, bilgili ve hassas bir gencin, paraperest, beceriksiz ve aciz kimselere mahsus olan para için dua etmek gibi bir durumla burada karşılaşmasından utandım.

Konuyu açıklama sadedinde: "Bu ifadeleri, hac mevsimine yakın bir zamanda kitabı yayınlayan yayıncılar yazmışlardır." dedim. Adam, bana kitabın kapağını ve oradaki yazarın adını göstermesin mi? Şok içinde yola koyuldum ve sa'yime devam ettim. Hem de ne hızla! Verdiğim tek cevap, bu oldu!

Diyorum ki, böyle bir yöntemden ve zengin olma yolundan söz edilebilir. Fakat burada mı ey Allah'a inananlar?! Burası, insanın, aşktan eridiği; İbrahim'in yaptıklarından, İsmail'in kurban olmasından ve yapayalnız Hacer'in sa'yinden heyecanlandığı; Peygamber'in [s] hatırasından, Allah, insan ve kıyamet düşüncesinden yanıp tutuştuğu bir yerdir. Düşünün, adam, böyle bir yerde zengin olma arayışı içindedir!

Ya sen, ey bu kitabı yazan âlim efendi! Acaba sen kendin hiç kimseden para almıyor musun? Zengin olmak için hiçbir şey yapmıyor musun? Sadece yılda bir defa hacca gidip dördüncü sa'yda o duayı okuyup zengin mi oluyorsun? Peki, neden paran yoktur? Paran varsa bile, onu sa'ydaki duadan kazanmadığın açık bir gerçektir! Hayır değerli âlim, bunu, ne dördüncü basamak ne de Safa Tepesi yapar! Zira sa'yin yapıldığı yer, İtalya ve Amerika tarzı modern bir tüneldir. Senin duyguların nerede? Kendin haccı görmediğin halde zavallı insanlar için hac rehberi hazırlıyorsun. Artık eskidiği için hacılar, dört motorlu uçaklara bile binmezken sen, deveden, Safa Tepesi’ndeki dördüncü basamaktan, güzel kokunun satıldığı çarşıdan v.s.den söz ediyorsun.
İşte sen busun ve şunu söylüyorsun: "Eğer falan duayı, Kâbe'nin altınoluğunun altında okursan düşmanın hamam böceğine dönüşür. Falan dua, seni zengin eder. Kur'an'ın falan suresi, seni hastalıktan kurtarır…" İnsanlar, senin söylediklerini dinî esaslar olarak kabul edip uyguluyorlar. Herhangi bir sonuç alamayınca da dinden, inançlarından, Kâbe'den, duadan ve Kur'an'dan şüphelenmeye ve yüz çevirmeye başlıyorlar.

Anne, baba! Biliyorum ki bu yolla para kazanılmaz! Sizi iki durumdan birine yönlendiriyorlar: Ya Peygamber'e [s] isnat edilen "Fakirlikle gurur duyarım!" sözüne dayanarak hayatı/parayı küçümsemenizi ve fakirliği övüp onunla gurur duymanızı sağlamak ya da zengin olmak, mutluluk, maddi servet, hayır ve bereket için sizi virde ve duaya davet etmek. Olmazsa, acziyet, yakarış ve gözyaşlarıyla imamların ve onların soyundan gelenlerin türbelerinden isteyin! Fakat bakıyorum ki, sizin, toplumunuzun ve bütün İslâm dünyasının servetleri, kaynakları ve birikimlerini götürüyorlar ama sen, onlara kıymetsiz dünyalık gözüyle bakıp şöyle diyorsun: "Bunlar, kıymeti olmayan murdar şeylerdir! Dünya nimetleri, ahiretten nasibi olmayan ve bize özlemle bakan biçare kâfirler içindir! Nasıl olsa bu dünyada yediklerinin tümünü, öbür dünyada geri verecekler; öyleyse bırakın götürsünler!" Bilmiyorum ne diyeyim? Sen bile ne dediğini bilmiyorsun!
Hâlbuki dinsiz biri olarak bana göre benim ve toplumumun zenginleşme yolu, sahip olduğumuz paraları ve servetleri korumak ve düşmana kaptırmamaktan geçer. Zengin olmak için bilim, teknik, bilinç ve mantık gerekir. Görmüyor musun, duacı müminler fakir ve geri kaldıkları halde namazsız kâfirler, ilerlemiş olup yeryüzünün bütün nimetlerine hükmediyorlar?

Gayb


İnsanlar çok eskilerden beri, “gayb” ve “gaybin bilinmesi” meselesi üzerinde çokça durmuşlardır. Ancak bilim, kendi yöntemleri ile açığa çıkarılmayan bir bilinmeyenin sıradan bir insan tarafından bilenebileceğini kabul etmediğinden, konu ne yazık ki “bilim dışı” olarak damgalanmış olan “din” içinde mütalâa edilmiştir. Böylece bir takım kimselerin “gayb”i bildiği, “gayb”den haber verdiği, topluma din adına dayatılmış ve bu yalanlar dini bilmeyen cahil kitlelere benimsetilmiştir.Allah’ın arı duru dini İslâm, tabiî ki bu yönde oluşan din dışı kabullerden etkilenmemiştir ama bu hurafeler, kendilerinin doğru yolda olduğunu zanneden şaşkınları İslâm’dan iyice uzaklaştırmıştır.
İşte biz de, iyi niyetle doğruyu arayan insanlar için, “gayb” konusunda uydurulmuş yalanlar hakkında hem Kur’an hem de akıl yolu ile yapılmış olan bu incelemeyi sunmayı bir görev addediyoruz.
“Gayb” nedir?
“Gayb”, sözlüklerde; “şekk, gizli olan, görünmeyen, belirsiz” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım, “gayb”in karşıt anlamlısı olan “şuhut, şehadet (aşikar)” kavramından hareketle biraz daha açılacak olursa “gayb”; “Vasıtalı ya da doğrudan, duyu organları ile algılanamayan ve insanın yaratılış kapasitesi dahilinde sahip olabileceği bilgilerle, özellikleri kavranamayan olay, nesne, mekân gibi şeylerdir.” Yani herhangi bir şeyin “gayb” sayılabilmesi için o şeyin algılanamaması, öğrenilememesi gerekir. Eğer o şey, herhangi bir araç yardımıyla bile olsa algılanabiliyor ve öğrenilebiliyorsa “gayb” olmaktan çıkar, “aşikar” olur.
Meselâ bir insan kendi kaşını gözünü, ensesini görememesine rağmen basit bir ayna ile bunları “aşikâr” hâle getirebilmektedir. Ya da arabadaki dikiz aynası, önüne bakan bir şoföre arkasında olup biteni “gayb” olmaktan çıkarmaktadır. Benzer şekilde modern teknoloji ile, iç organların görüntülenmesi, vücudun herhangi bir yerinde oluşan kistin yerinin ve özelliklerinin tespiti, ana rahmindeki bebeğin cinsiyetinin bilinmesi, çok uzaklardaki nesnelerin görüntülenmesi, işitilmesi ve ne olduklarının öğrenilmesi de, “gayb”i “aşikâr” etmekte ve hakkında bilgi edinilen bu şeyler “gayb” olmaktan çıkmaktadır.
“Gayb”i kim bilebilir?
Bu sorunun cevabı Kur’an’da verilmiştir. Allah’ın Kur’an’da bildirdiğine göre;
- “gayb”i Allah’tan başkası bilemez,
- “gayb”i peygamberler de bilemez,
- Allah, razı olduğu elçilerine bazı “gayb” haberlerini bildirir.
Bu hususlardaki ayetler aşağıda bölümler hâlinde verilmiştir.
“Gayb”i sadece Allah bilir:
En’âm; 59: Ve gaybin anahtarları yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.
Hud; 123: Ve göklerin ve yerin gaybi sadece ALLAH’A AİTTİR. Ve tüm iş/ oluş yalnızca O’na döndürülür. O halde O’na kulluk et, O’na dayanıp güven. Rabbin, yapmakta olduklarınızdan gafil (habersiz, duyarsız) değildir.
Rad; 9: (Allah), GAYBİ DE AÇIKTA OLANI DA BİLENDİR, pek büyüktür, yücedir.
Nahl; 77: Ve GÖKLERİN VE YERİN GAYBİ sadece ALLAH’A AİTTİR. Saatin emri (kıyametin koparılması) de yalnızca göz açıp kapama gibidir veya o, daha yakındır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.
Neml; 65: De ki: “GÖKLERDE VE YERDE GAYBİ ALLAHTAN BAŞKA KİMSE BİLMEZ. Onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine de varmazlar.
Fatır; 38: Kesinlikle Allah göklerin ve yerin gaybini bilendir. Hiç şüphesiz O, göğüslerin içindekini de çok iyi bilendir.
Hucurat; 18: Hiç şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybini bilir. Allah yapmakta olduklarınızı da görendir.
Cinn; 26: (O), GAYBİ BİLENDİR. O kendi GAYBİNİ KİMSEYE AÇIK TUTMAZ.
Yunus; 20: Ve: “Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!” (Onlara): “GAYB KESİNLİKLE ALLAH’A AİTTİR. Hadi bekleyin. Ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim.” deyiver.
Yukarıdaki ayetlerden başka Bakara; 23, Maide; 116, En’âm; 73, Tövbe; 94, 78, 105, Yunus; 20, Hud; 34, Mümin; 92, Secde; 6, Sebe; 3, 48, Zümer; 46, Haşr; 22, Cuma; 8, Tegabün; 18, Kehf; 26, Furkan; 6. ayetler de aynı anlamdadır.
Kıyametin kopma zamanı (Saat) da, insanların özellikle üzerinde en fazla durdukları “gayb”a ait konulardan birisidir. Bu konuyu da Rabbimiz kendi tekelinde tutmuş, bununla ilgili kimseye bilgi vermemiş ve vermeyeceğini bildirmiştir:
Ahzab; 63: İnsanlar sana o saatten (kıyametin saatinden) soruyorlar. De ki: “KESİNLİKLE ONA AİT BİLGİ ALLAH KATINDADIR.” Ne bilirsin, belki de saat yakındadır.
A’râf; 187: Ne zaman demir atacak (gelip çatacak) diye sana o saatten (kıyamet saatinden) soruyorlar. De ki: “Ona ait bilgi kesinlikle Rabbimin katındadır. Onun süresini yalnızca O açıklar. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O, size ansızın gelecektir, başka değil.” Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.”
Bu ayetlerden başka Mülk; 25, 26, Cinn; 25, Naziat; 42, 43, Enbiya; 109, 110, Lokman; 34. ayetler de aynı anlamdadır.
Peygamberler de “gayb”i bilmezler:
Maide; 109: Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “Size verilen cevap nedir?” Onlar da: “BİZİM HİÇBİR BİLGİMİZ YOKTUR; ŞÜPHESİZ Kİ GAYPLERİ BİLEN SENSİN, SEN.”
En’âm; 50: De ki: “Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. GAYBİ DE BİLMEM BEN. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Körle gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz ?”
A’râf; 188: De ki: “Ben kendi nefsime, Allah’ın dilediğinden başka bir yarara güç yetiremem. Zarara da. Ve EĞER BEN GAYBİ BİLSEYDİM ELBETTE DAHA ÇOK HAYIR YAPARDIM. Ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, inanan bir toplum için bir uyarıcı ve müjdeciden başka bir şey değilim.”
Tövbe; 101: Ve çevrenizdeki bedevilerden/ bilgiçlik taslayanlardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. SEN BİLMEZSİN ONLARI. BİZ BİLİRİZ ONLARI. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler.
Hud; 31: Ben size “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır” demiyorum ki. BEN GAYBİ BİLMEM. Ben bir meleğim de demiyorum. Ama gözlerinizin horlayarak baktığı kişiler için ‘Allah bunlara hiçbir hayır vermeyecek’ diyemem. Onların nefislerinde neyin saklı olduğunu Allah daha iyi bilir. Başka türlü davranırsam kesinlikle zalimlerden olurum.
(Bu ifadeler Nuh peygamber kavmine karşı söylemiştir.)
Ahkâf; 9: De ki: “Ben, elçilerden bir türedi değilim. BANA VE SİZE NE YAPILACAĞINI DA BİLMİYORUM. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum. Ve ben açıkça uyaran bir elçiden başka bir şey değilim.
Allah’ın razı olduğu peygamberlere “gayb”i bildirmesi:
Rabbimiz Kur’an’da, kendilerinden razı olduğu, seçtiği elçilere “gayb”i bildireceğini açıklamıştır:
Âl-i Imran; 179: Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırt edinceye kadar müminleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz şey üzerinde (durumda) bırakacak değildir. Allah sizleri gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Velâkin Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah’a ve elçisine iman edin. Eğer iman eder ve takvalı davranırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.
Cinn; 26, 27: (O), GAYBİ BİLENDİR. O kendi GAYBİNİ KİMSEYE AÇIK TUTMAZ.
Ancak razı olduğu/ seçtiği bir ELÇİ MÜSTESNA. Çünkü O, onun (elçisinin) önünden ve arkasından gözetleyiciler salar.
Yusuf; 86: Dedi ki: “Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah’a arz ederim. Ve sizin bilmediğiniz şeyleri Allah’tan biliyorum.
(Bu ifadeler Yakup peygambere aittir)
Bu ayetlerden anlaşılan odur ki, peygamberlerin kendileri “gayb”i bilemezler ama Allah onlara vahyederek gaybe ait bazı bilgileri verir. Yani “gayb”e ait haberler vahy yoluyla ayetler hâlinde elçilere bildirilir. Elçiler de bu bilgileri görevleri gereği insanlığa ulaştırırlar. Bunun böyle olduğunu gösteren Kur’an’da daha bir çok ayet vardır:
Âl-i Imran; 44: Bunlar (Imran ailesi, Meryem ve Zekeriyya ile ilgili anlatılanlar), gayb haberlerindendir. Bunları sana vahyediyoruz. Çünkü onlardan hangisi Meryem’i sorumluluğuna alacak diye kalemlerini atarlarken (kur’a çekerlerken) sen yanlarında değildin. Onlar çekişirlerken de sen yanlarında değildin.
Hud; 49: Bunlar (Nuh ile ilgili anlatılanlar), sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz akıbet, takvalı davrananlarındır.
Yusuf; 102: İşte bunlar (Yusuf ile ilgili anlatılanlar) sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar işlerine birlikte karar verip tuzak kurarlarken sen yanlarında değildin.
Kasas; 44-46: Biz Musa’ya o emri yerine getirttiğimizde, sen batı tarafında değildin. Sen tanıklardan da değildin.
Ancak biz bir çok nesiller inşa ettik de onların üzerine ömürler uzayıp geçti. Ve sen Medyen içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak gönderen Biziz.Seslendiğimiz zaman da sen Tur’un yanında değildin. Ancak Rabbinden bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için. Umulur ki, öğüt alıp düşünürler diye.
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, Yüce Allah Kur’an’da, peygamberler dahil olmak üzere “gayb”i kendisinden başka kimsenin bilmediğini kesin bir dille ifade etmiştir. Ancak Allah, gerekli gördüğü gaybî bilgileri vahy yoluyla bildirmiş ve bunların hepsi Kur’an’da yer almıştır. Bunların dışında peygamberimize izafe edilen “gayb”i bilme haberlerinin tümü yalan ve uydurma şeylerdir.
Allah’ın Kur’an’daki bu açıklamalarına rağmen bazı müşrik ahmaklar, peygamberimizin “gayb”i bildiğine dair kitaplar yazmışlar, bazıları da yazılan kitaplardan derlemeler yapmışlardır. Bunun bir örneği olarak; Hasais, Şifa, Delailin Nebüvve, Şevahidin Nübüvvet, Mevahibin Ledüniyye, Huccetullahi Alelalemin adlı eserlerden (!), “Mucizeler Listesi” adı altında 300’den fazla madde hâlinde derlenmiş olan ve Allah’ın sözlerinin aksine olarak peygamberimizin “gayb”i bildiğini iddia eden yalanlar manzumesinin bir bölümü burada ibret-i âlem için verilmiştir:
28- Rasülüllah’ın gayptan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır.
Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalpli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.
İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.
Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve âhirette olacak şeyleri bildirmesidir. Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan bir kaçı aşağıda bildirilecektir.(İslâma davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, eshâbı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Rasülüllah Mekke-i Mükerreme’de kalan Eshâbı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış veriş yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi bütün ictimâî muamelelerden men olundular.
Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını bildiren bir ahidnâme yazarak, Ka’be-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ Arza denilen bir çeşit kurdu (ağaç kurdu) o vesikaya Mûsâllat etti. Yazılı bulunan “ Bismikellahümme” ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, bitirdi. Allahü teâla bu hâli Cibril-i emin vasıtasıyla Peygamberimize bildirdi. Peygamberimiz de bu hâli amcası Ebu Talib’e anlattı.Ertesi gün Ebu Talib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek: “Muhammed’in Rabbi O’na şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mâni olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de O’nu artık himâye etmeyeceğim.” dedi.Kureyş’in ileri gelenleri, bu teklifi kabul ettiler. Herkes toplanarak Ka’be’ye geldiler. Ahidnâmeyi Ka’be’den indirerek açtılar ve Rasülüllah’ın buyurduğu gibi “Bismikellahümme” ibaresinden başka, bütün yazılanların silinmiş olduğunu gördüler.)Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, “Bu gece, Kisra’nızı kendi oğlu öldürdü.” buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi.
29- Bir gün, zevcesi Hafsa’ya ,”Ebu Bekr ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır.” Buyurdu. Bu sözle Ebu Bekr’in ve Hafsa’nın babası Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.
30- Ebu Hüreyre’yi Medine’de zekat olarak gelmiş olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Rasülüllah’a götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur, diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Rasülüllah Ebu Hüreyre’yi çağırıp, “Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?” dedi. Ebu Hüreyre anlatınca, “Seni aldatmış. Yine gelecektir.” buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece yatarken, Âyetel kürsi’yi okursan Allahü teâla seni korur, yanına şeytan yaklaşmaz, dedi ve gitti.Ertesi gün, Rasülüllah, Ebu Hüreyre’ye tekrar sorup cevap alınca: “Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. Hayır bilmiyorum deyince, “O kimse şeytan idi.” buyurdu.
31- Rum imparatorunun orduları ile harb için Mûte denilen yere asker gönderdikte, sahâbeden dört emîrin arka arkaya şehîd olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.
32- Muaz bin Cebel’i vâli olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. “Seninle kıyamete kadar artık buluşamayız.” dedi. Muaz Yemende iken Rasülüllah Medine’de vefât etti.
33- Vefat ederken, kızı Fâtıma’ya, “Akrabam arasında bana evvelâ kavuşan sen olacaksın.” dedi. Altı ay sonra Fâtıma vefât etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefât etmedi.
34- Kays bin Şemmas’a “Güzel olarak yaşarsın ve şehîd olarak ölürsün.” buyurdu. Ebu Bekr halife iken Yemame’de Müseylemet-ül- Kezzab ile yapılan muharebede şehîd oldu.
35- Acem padişahı Kisra’nın ve Rum padişahı Kayser’in memleketlerinin Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.
36- Ümmetinden çok kimselerin denizden gazâya gideceklerini ve sahâbeden olan Ümmü Hirâm’ın o gazâda bulunacağını haber verdi. Osman halife iken Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da berâber idi. Orada şehîd oldu.
37- Rasülüllah bir gün yüksek bir yerde oturuyordu. Yanındakilere dönerek: “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz? Yemin ederim ki, evlerinizin arasında, sokaklarda meydana gelecek fitneleri görüyorum.” buyurdu. Osman’ın şehîd edildiği günlerde ve sonra Yezid zamanında, Medine’de büyük fitneler meydana geldi. Sokaklarda çok kimselerin kanı döküldü.
38- Bir gün kendi zevcelerinden birinin halifeye karşı isyan edeceğini haber verdi. Âişe bu söze gülünce: “Ya Humeyra! Bu sözümü unutma! Bu kadın sen olmayasın.” buyurdu. Sonra, Ali’ye dönüp. “Bunun işi senin eline düşerse, kendisine yumuşak davran!” dedi. Otuz sene sonra, Âişe, Ali ile harp etti ve ona esir düştü. Ali, O’nu ikram ve ihtiram ile Basra’dan Medine’ye gönderdi.
39- Muâviye, “Bir gün ümmetimin üzerine hâkim olursan iyilik yapanlara mükafat et! Kötülük edenleri de affeyle!” buyurdu. Muâviye, Osman zamanında Şam’da yirmi sene vâlilik, sonra yirmi sene de halifelik yaptı.
40- Birgün, “Muâviye hiç mağlup olmaz.” buyurdu. Ali, Sıffîn muharebesinde, bu hadisi işitince, eğer önceden işitseydim, Muâviye ile harp etmezdim dedi.
41- Sa’d bin Muaz, Uhud gazâsında yaralandı. Bir zaman sonra vefat etti. Namazında yetmişbin meleğin bulunduğunu Rasülüllah haber verdi. Kabri kazılırken, her tarafa misk kokusu yayıldı.
42- Kızı Fâtıma’nın oğlu Hasan için: “Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır.” Buyurdu. Büyük bir ordu ile Muâviye’ye karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, Müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muâviye’ye teslim etti.
43- Abdullah bin Zübeyr, Rasülüllah’ın hacâmat edilirken çıkan kanını içti. Bunu görünce: “İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz.” Buyurdu. Abdullah bin Zübeyr Mekke’de halifeliğini ilan edince, Abdülmelik bin Mervân, Şam’dan Haccâc’ı büyük bir ordu ile Mekke’ye gönderdi. Abdullah’ı yakalayıp öldürdüler.
44- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp: “Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir.” Dedi. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet okuyup, mübârek tükrüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. “Halifelerin babasını al, götür!” dedi. Abbas bunu işitip,gelp sorunca: “Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffâh, Mehdi ve İsâ aleyhisselâmla namaz kılan bir kimse bulunacaktır.” dedi. Abbasiye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbâs’ın soyundan oldu.
45- Bir gün, “Ümmetim arasında, râfızî denilen çok kimseler meydana gelecektir. Bunlar, İslâm dininden ayrılacaklardır.” buyurdu. (!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!)
Şimdi bir düşünelim! Allah’ın bunca ayetine rağmen hâlâ peygamberimizin “gayb”i bildiğini iddia eden ve bu iddiaya inanan insanların Kur’an okumadıkları veya Kur’an’a itibar etmedikleri meydandadır. Ama acaba neden bu insanlar herkesin yapabileceği şu basit akıl yürütmelerini yapmamışlardır?
- Tarih ve siyer kitapları yanında, “sahih” denilen hadis kitaplarında da genişçe yer verildiği gibi peygamberimiz, hem Mekke’de hem de Medine’de istihbaratçı casuslar kullanmıştır. Eğer peygamberimiz “GAYB”İ BİLSEYDİ, BU YÖNTEME GEREK DUYMAZ, “gayb”i bildiği için durumu kendine göre değerlendirirdi.
- Yine tüm “sahih” hadis kitaplarında belirtildiği gibi peygamberimiz, mahkemelerde baktığı davalarda her iki tarafın da davalarını ispat edebilmeleri için mutlaka tanıklar getirmelerini istemiştir. Eğer peygamberimiz “GAYB”İ BİLSEYDİ, TANIK BEYANINA GEREK DUYMAZ, “gayb”i bildiği için hükmünü ona göre verir geçerdi.
- İslâm tarihinde çok önemli bir yer tutan ve başta kendisi olmak üzere tüm Müslümanları tedirgin eden İFK olayında peygamberimiz, “gayb”i bilmediğinden çok üzülmüş, endişelenmiş ve eşi Ayşe’yi babasının evine göndermiştir. Ta ki, vahy gelip de Ayşe’nin suçsuzluğu, ona iftira edildiği açıklığa kavuşuncaya kadar. Eğer peygamberimiz “GAYB”İ BİLSEYDİ, BUNLARA HİÇ LÜZUM KALMAZ, bu olayın bir iftiradan ibaret olduğunu söyler, hem kendisi hem de Müslümanlar üzülmezlerdi. Ama Allah, yukarıda görüldüğü gibi, razı olduğu peygamberine “gayb”i (Ayşe’nin suçsuzluğunu) bildirmiş ve peygamberimiz de Ayşe’nin suçsuzluğunu vahy ile öğrenmiştir.
- Mescid-i Dırar olayında da peygamberimiz münafıkların bu mescidi ne amaçla yaptıklarını bilemediğinden (“GAYB”İ BİLMEDİĞİNDEN), olayı hoş görmüştür. Ama münafıkların kötü amaçlı oldukları ve oranın bir fesat yuvası olduğu kendisine Allah tarafından vahy ile bildirmiştir. (Tövbe; 107, 108)
- Tahrim suresinden öğrendiğimize göre, peygamberimiz eşlerinin kendisine kurdukları entrikaları bilmediğinden (“GAYB”İ BİLMEDİĞNDEN), olay kendisine Allah tarafından vahy ile bildirmiştir.
- Peygamberimiz, muhatap olduğu insanların, doğru sözlü mü, yalancı mı, mümin mi, münafık mı olduklarını bilmediğinden (“GAYB”İ BİLMEDİĞNDEN), bu konular yine kendisine Allah tarafından vahy ile bildirilmiştir. (Tövbe; 101)
Kur’an okumayan, Kur’an’a itibar etmeyen ve yukarıdakilere benzer akıl yürütmeleri de yapmayan bu insanlar ne gariptir ki, çok itibar ettikleri hadisler arasında yer alan ve peygamberimizin bizzat kendi ağzı ile “GAYB”İ BİLMEDİĞİNİ söylediği şu hadise de itibar etmemişlerdir:
Sahih-i Buhari, Kitab-ı Mağazi rivayet no 49:
“……. Muavviz kızı Rubeyyi şöyle demiştir: ‘Ben gelin olduğum günün kuşluk vaktinde Peygamber benim evlenme törenime geldi. Ve senin oturduğun gibi benim döşeğim üzerine oturdu. O sırada bir takım kızlar def çalıp Bedir’de şehit olan babalarını övüyorlardı. Bu kızlardan birisi:
-İÇİMİZDE BİR PEYGAMBER VARDIR Kİ, O, YARIN NE OLACAĞINI BİLİR. dedi.
Bunun üzerine Peygamber:
- “ÖYLE SÖYLEME, söylemekte olduğun şeyleri söyle!” buyurdu.
Bütün bunlar göstermektedir ki, eğer akıl özürlü değiller ise, peygamberimizin “gayb”i bildiğini iddia eden ve bu iddiaya inanan insanların bu davranışları, peygamberimizi ilâhlaştırmak suretiyle sadece Allah’a ait olan dini yozlaştırma çabasından başka bir şey değildir.
Şeyhlerin, pirlerin “gayb”i bilmesi (!):
Tarikat ve tasavvuf kitaplarına bakıldığında, hazretlerin hepsinin “gayb”i bildiklerinin menkıbe menkıbe anlatıldığı görülür. Bu haberler ya şeyhlerin kendilerinden menkuldur ya da onların saf (!) müritlerinin sonradan uydurdukları ve genellikle birbirinin aynısı olan yalanlardır. Ama aslı astarı olmayan bu yalanların çoğu, Yahudi ve Hıristiyanların kendi azizleri için uydurdukları hikâyelerin yeni azizlere, yani şeyhlere, üstazlara uyarlanması ile oluşturulmuştur. Çok memnuniyet vericidir ki, bu tip yalanların kahramanları olan “gaybi bilen keramet sahipleri” sadece tarikat ve tasavvuf çevrelerinde itibar görmekte, aklını kullanan, dinini tanıyan çevrelerde ise fıkralara konu olmaktadır: “Uyanık bir Şeyh Hazretleri, müritlerinin çok olduğu bir kasabayı ziyaret eder. Kasabada şeyhin şerefine bir ziyafet verilir. Şeyh kendi düzenince halkı uyutabilmek için gereken çabayı harcamaktadır. İşte bu amaçla şeyh celâllenir, büyük bir hışımla:
-HOŞT! HOŞT!
diye bağırarak elindeki asasını duvara vurur. Durumu hayret ve dikkatle izleyen cahil halk, neler olduğunu sorar. Şeyh:
-Hiç sormayın. İtin birisi Mekke’de Beytullah’ın duvarına işemeye kalktı da onu defettim. der. Tabiî cahil halkın gözünde hazret bin kat daha değerlenir. Ama halkın arasındaki bir genç bu numarayı pek yutmaz.Biraz sonra yemek ikramı başlar. Herkese pilâv üstü et ikram edilir. Ama şeyhin numarasını yutmayan genç, şeyhe ikram edilen tabağa önce etleri, etlerin üzerine de pilâvı koyup Hazret’e getirir. Şeyh hemen gürler:
-Hani benim tabağımda et?
Genç, taşı gediğine hemen koyuverir:
-Şeyhim bu nasıl iştir? Taaa Mekke’deki, yüzlerce dağın arkasındaki Kâbe’nin duvarına işeyen iti görüyorsun da, iki parmak pilâvın altındaki eti göremiyorsun?Fıkralara yansıyan bu rezillik yüzyıllar boyunca devam etmiş ve safsata bataklığında çırpınan bu insanların üzerine sürekli pislik yağmıştır. Sahiplendikleri halis olmayan dinleri bu insanları dünyaya -ne yazık ki kendilerine Müslüman dedikleri için- Müslüman kimliği ile rezil rüsva etmiştir. Yaşadıkları bu rezilliğin sebebi bize göre, müritlerin büyük çoğunluğunun içinde bulundukları gafletten ama şeyhlerin büyük çoğunluğunun ise İslâm düşmanı olmalarından kaynaklanmaktadır.
Sonuç:
Adı sanı ne olursa olsun, hiç kimse “gayb”i bilemez. “Gayb”i bilmek Allah’ın tekelindedir. Anlatılan ve yazılan aksi bilgilerin hepsi yalan ve uydurmadır. Bunların hepsi istismar malzemesidir. Allah’a (Kur’an’a) ve peygamberimize rağmen bu sapık inanış maalesef cahil kitleler arasına yerleşmiştir. Nasıl ki Allah’ın, çocuk edinmediğini ilân etmesine ve bunlardan münezzeh olduğunu bildirmesine rağmen, Hıristiyanlar; ”İsa Allah’ın oğludur”, Yahudiler de; “Üzeyr Allah’ın oğludur” dedikleri için kâfir oluyorlarsa (Tövbe; 30, Maide; 72), Allah’ın, “BENDEN BAŞKA KİMSE GAYBİ BİLMEZ, BİLEMEZ” demesine rağmen, peygamberimiz veya başka herhangi birisi için “GAYBİ BİLİR” demek, KÂFİRLİKTİR.

Çok mu sıkıldınız?


Hayat sizi boğuyor mu?Kolunuz ve kanadınızın kırıldığını mı hissediyorsunuz? Evinizde veya mahalle camisinde sessiz bir yere geçin ve oturun ellerinizi açın ama sessiz bir ortam olsun ve sizlere şahdamarımızdan daha yakın olan yüceler yücesi yaratıcıyla iletişime geçin, onunla sohbet edin,0ndan isteyin, sadece ondan… Öncelikle aczinizi belirtin, verdiği her şey için ona teşekkür edin. Bir canlının sahibinden bir şeyler talep etmesinden daha doğal ne olabilir… Sizi sizden daha iyi bilen içinizden geçenleri içinizden geçmeden önce bilen biricik yaratıcıya yalvarın derdinizi anlatın… Onunla hasbıhal edin onunla hemhal olun… Ve sizde yaratacağı mutluluğu hissedin bunu yapın...Dua kulun acizliğidir, kimsesizliğidir, inanmanın en belirgin göstergesidir.Sahipsiz olmadığımızın simgesidir… En kuvvetli antidepresan, ruhun ilacıdır dua...En güzel iletişim aracıdır, Kapsama alanı diye bir sorun yoktur… Utanmadan sıkılmadan her an ve her yerde iletişim kurabilmektir dua… Ayakta kalabilmenin yegâne sebebi, daha çok felakete uğramamanın önündeki çelik perdedir.İsteklerimizin, sıkıntılarımızın, hastalıklarımızın yüce makama nurdan ellerle nurdan kâğıtlara dilekçe halinde yazılıp gönderilmesidirKendimizden dahi sakladığımız sırlarımızın dudaklarımızdan gök kapılarına iletilmesidir…Dua huzurdur, dua şifadır, dua belki de yalansız dolansız tek konuşmamızdır… Dua hem yaratıcıyla hem de kendimizle yüzleşmemizdirDua yaratıcı karşısında eşitliktir. Her mevkii ve makamdan kişilerin aynı seviyede olduğu andır.Eller candan ve gönülden açıldığı müddetçe Dua kuvvettir güçtür Cehennem sıcağına bir serinlik, çöl ortasında bir vaha, Karanlık gecelere sabah, bitmeyen sıkıntılara sondur duaAciz olanla güçlü olan arasındaki bir köprü, içinizde her daim saklı bulunan güçlü bir enerjidir dua… Kurak topraklara suyun akışı, çoraklaşmış topraklarda kır çiçeklerinin bitmesidir dua…Uçurum kenarında düşmek üzereyken size uzatılan el, Umutlarımızı gök kapısına taşıyan kanatlı meleklerdir duaDua ruhun kanatlanması, kişinin kendi miracı, Bilinmeyen âlemlere açılan penceredir dua…